Faruk ŞÜYÜN
Sevgili Ahmet Ümit’in çoğu kitabını herkesten önce okuma şansına sahip oldum. Yeni kitabı “Bir Aşk Masalı”nı ise yoğun tempom nedeniyle ancak bugünlerde bitirebildim. Çocuklar için daha önce kaleme aldığı iki masal kitabı daha var. Ama bu, büyükler için yazılmış bir masal: Bir gece beş prens aynı rüyayı görüyorlar: Bir kentin karanlık sokaklarında ışıktan bir güzellik halinde dolaşan bir kız. O kızı gördükten sonra artık ne eski hayatları kalıyor ne de eski hakikatleri! Konumuz masal kitabı olunca sohbetimize okuyup not aldığım bir tweet’i ile başlamak istedim. Şöyle diyordu sevgili dostum:
“Ne olduysa, masal anlatan nineler, dedeler kaybolunca oldu. Ekmekler filan bozulmadan çok önce... Masallar bitince de masumiyet sona erdi.”
Yürekten katıldığım bu birkaç yüz harflik tweet’in altını dolduralım mı? diyorum Ahmet’e:
“Büyük ailenin çözülmesinden bahsediyorum. Bireyler üzerindeki korumanın kalkması, geleneğin aktarımının kesintiye uğraması anlamına geliyor bu. Çünkü, bu topraklarda yaşayan kadim uygarlıklar yaşam biçimimizi, gelenek ve göreneklerimizin oluşumunu etkilemişler, bunlar aktarıla aktarıla bugünlere gelmişlerdi.
Gaziantep’teki büyük ailem için de bu geçerli. Dedem, ninelerim, annem-babam ve kardeşlerime (yedi kardeştik) bu aktarım devam etti. O günün koşullarında saygı, sevgi vardı. Her şey para değildi. Büyük aile çocuklarına başarısız olsalar bile yaşama hakkı tanırdı. O, ailenin içinde bir yerlerde hayatını sürdürebilirdi.
Ama sanayileşmeyle beraber bunun sosyolojik karşılığı büyük ailenin dağılması oldu. İnsanlar artık kendi ayaklarının üzerlerinde durmak zorundaydılar ve yalnızdılar. Bunu biz birebir yaşadığımız için büyük bir travma. Bizden sonrakiler herhalde şimdiki gibi devam edecekler. Günümüzde yeni kuşaklar daha 12-13 yaşında geleceklerini düşünmeye başlıyorlar, anne babalarından bir şey gelmeyeceğini biliyorlar. Oysa bizde geliyordu, bunun rahatlığı vardı. Bununla beraber -çünkü nezaket biraz yaşam koşullarına bağlı- birtakım toplum kuralları, ahlâki kurallar, görgü, adap sürüyordu. Şu anda bunlar tamamen bitmiş durumda. Bir tek koşul var ayakta kalabilmek, varlıklı olmak, deyim yerindeyse küçücük bir pastanın kırıntısından pay alabilmek. Bunun için ne gerekirse düşünmeden yapılıyor. Ve kimse de kimseye bir şey demiyor. İnsanlar peynir ekmek yer gibi yalan söylüyor, birbirine kazık atıyor, ihanet ediyor… Kastettiğim şey bu.”
Masal burada nerde duruyor?
“Geleneğin, göreneğin, yaşama adabının, geçmişin anlatısı kendini masalda somutluyordu. Biz, aile büyüklerimizden masallar dinliyorduk. O masallar bize sadece hoşça vakit geçirtmiyordu aynı zamanda hayata dair, nasıl yaşamamıza dair, nasıl insanlar olmamıza, toplumdaki hatta doğadaki rolümüze dair pek çok mesel anlatıyordu. Pek çok öneride bulunuyor, ders veriyordu.”
Çocukluğumda çok masal dinledim, ama masalları büyük bir tutkuyla ilkgençlik çağımda okumaya başladım ve bu tutkum, ileri yaşlara kadar sürdü . Masal çok önemli çünkü romanı Batı’dan, şiiri İran’dan aldık ama destan ve masal bizim geleneklerimiz. Yıllar sonra yeniden bir masal kitabı fikri nasıl oluştu?
“Ne zamandır tekrar masal yazmayı düşünüyordum, çünkü Olmayan Ülke’yi torunum Rüzgâr doğduğunda onun için yazmıştım. Yani 2007 yılıydı, aradan 15 yıl geçti. O kadar süre durmadan polisiye yazdım.”
İnsan polisiye yazmaktan sıkılır mı?
“Her şeyden sıkıldığı gibi sıkılabiliyor. Gerilim içinde sürekli yaşamak da bir süre sonra monotonluğa dönüşebiliyor. Alabildiğine özgür olacağım, alabildiğine kalem oynatacağım, hayatın maddi gerçeklerinin düşüncelerimi sınırlamayacağı bir metin yazmayı planlıyordum zaten. Ülkemizin içinde bulunduğu durum, insanların arasındaki sevgisizlik, sadece hayatta kalma duygusu bütün bunlar bir şeyleri unutturdu. Bir masal yazayım, büyüklere yönelik bir masal olsun dedim.”
Bu kitap neyi anlatıyor? diye sorsam:
“Sevmeyi bilmeyen erkeklerin trajik sonunu anlatıyor. Samimiyetle âşık olup samimiyetle bir kadına bağlanıp sevmeyi bilmedikleri için büyük hüsrana uğrayan erkekleri anlatıyor ki bu aslında dünya nüfusundaki erkeklerin yüzde 90’ı falandır belki daha fazlası!”
Ve konuyu aşk seçtin, niye aşk?
“Aşk mantık dışı, akıl dışı bir şey olduğu, bizim sınırsız, önüne çit koyamadığımız hayallerimizle ilgili bir şey olduğu için… Edebiyatta da bu türün karşılığı masal. Masalda her şeyi yapmak mümkün, hiçbir sınırlama yok. Zaten benden önce de bu topraklarda Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı, Tahir ile Zühre gibi örnekler var. Romeo ve Juliet de bir masal aslında.
Şunu da söylemek isterim: Biz aşkı doğru tanımlamıyor, doğru yaşamıyoruz. Aşk çok güçlü bir duygu doğru, ama onu tanımlarken ölüm sözcüğünü kullanıyoruz. Ölmek veya öldürmekten bahsediyoruz ‘senin için ölürüm’, ‘senin için öldürürüm’ falan. Sait Faik’te bile vardır yazar ‘niye öldürdün?’ diye sorar ‘çok seviyordum abi’ der Hidayet.
Ölmenin öldürmenin aşkla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Aşk insanda aralarında kıskançlık, öfkenin de olduğu bazı duyguları uyandırabilir, ama bunlar orada kalır eyleme geçmez. Hatta o kişi fedakârlık yapan kişi olduğuna göre, ki aşk o demektir. Karşısındaki insana gitme, onu bırakma hakkı tanır. Hatta ona yardımcı olur.
Bu masalı yazarken aşk üzerinden bir insanlık eleştirisi yaptığımı da söylemeliyim. Aşk nasıl olmalı? sorusunu soruyorum aslında. Şöyle olmalıdır diyemiyorum, çünkü yazar sadece sorular sorar ve cevapları okurların tercihine bırakır ki bu edebiyatın demokratik karakterinden ve okura duyduğumuz saygıdan gelir. Bu kitapta da bunu yapmaya çalıştım.”
Ahmet Ümit’in Bir Aşk Masalı bir masal kitabı için yüksek bir tirajla 300 bin adet basılmış. 11 Ekim’de piyasaya çıkan kitaptan depoda 35 bin civarında kalmış. Kalemine sağlık sevgili dostum.
“ANNEMİN ANLATTIĞI MASALLAR BUGÜN HER YERDE OKUNUYOR ”
Ailenden dinlediğin masallar, “Bir Aşk Masalı”ndan önceki yıllarda kitaplara dönüştü ve hem küçüklere hem de büyüklere yönelik “Masal Masal İçinde” ve “Olmayan Ülke” geldi. “Masal Masal İçinde”kileri annenden dinlediğini söylüyor ve “annem ne yazık ki hayatta değil, ama anlattığı masalları bugün Türkiye’de hatta farklı ülkelerde çocuklar okuyor. O kitap annemden bana kalan bir yadigâr” diyorsun.
“Yazarlığı başladığım yıllarda annemin bir anlatıcı olduğunu unutmuştum. Yazar olmamla -bugün bir genetik, kültürel aktarım olduğunu düşünüyorum açıkçası- aradaki ilintiyi kuramamıştım. O zamanlar annem sağdı, Antep’e ziyarete gidiyordum. Annem, o masalları kızım Gül’e anlattı. Orada yıllar sonra yeniden dinledim onları ve çok etkilendim. O müthiş, olağanüstü metni yazdım. Yılda yüz bin adet falan basılıyor. Artık bir klasik olmuş durumda Masal Masal İçinde. Altı yedi dile çevrildi. Annemin anlattığı masalların hem ülkemizde hem dünyada okunuyor olmasının verdiği manevi bir haz var. Sanki anneme karşı bir sorumluluğu yerine getirmişim duygusu yaşatıyor.”
“DÜNYADA HER 11 DAKİKADA BİR KADIN ÖLDÜRÜLÜYOR”
Ve kadınlar… Erkek egemen toplumda şiddet gören, ezilen, öldürülen kadınlar… Özgürlüğü olmayan kadınlar. Kitap bu düzene karşı da bir eleştiri sanki.
“Türkiye’de kadına şiddet, kadın cinayetleri çok yoğun bir şekilde yaşanıyor. Dünyada her 11 dakikada bir kadın öldürülüyor. Bu korkunç bir şey. Şüphesiz ki kadın uyanışının, kadın direnişinin, kadının toplumda eşit haklı bir birey olma mücadelesine erkeklerin veya varolan sistemin gösterdiği bir tepki olarak görmek lâzım. Ama bu şiddet beni çok çok rahatsız ediyor.”