Yasemin SALİH
Kariyerinize baktığımda, eğitiminizin ardından aile şirketinde birçok bölüm ve görevde yer aldığınızı görüyorum. Uzun bir yolculuk sonrasında bu koltukta oturmuşsunuz. Yeni nesil de sizce aynı yollardan mı geçmeli, yoksa her şey gibi bu da değişti mi?
Öncelikle kimse aile işini sürdürmek zorunda değil. İsteyen gelir. Bizim gibi erkenden kolları sıvayarak kendini yoran bir nesil yok artık. Öte yandan tepeden inme patronluğu da doğru bulmuyorum. Bir yandan da gençleri anlamaya çalışıyorum. Bizim dönemimizde ortalama ömür 60 yıldı. Şimdi gıdaya erişim, yaşam şartları iyileşti. Ömür uzadı. Gençlerin acelesi yok ve haklılar. Bilgiye çok daha rahat erişebilen, daha donanımlı bir nesil geliyor. Bu avantajlarının farkındalar. Ancak; dünyada en iyi donanıma sahip aracınız olması başka bir şey, direksiyon hakimiyeti başka bir şey. İyi eğitim alabilirsiniz ama gel bunu kullan denildiğinde deneyim devreye girer. Ben bu grupta birçok departmanda çalıştım. Gençlerin ise uzmanlaşmaları gerektiğini düşünüyorum. Sistemin sizi kabul etmesi için başarınızı kanıtlamanız gerekiyor. Artık otonom yapılar ve şirketler oluşuyor. Bundan sonra gelenler de buna uymak zorunda. Kendi içinde lokal liderlerin olduğu yapılara doğru gidiliyor. Artık güçlü CEO’larımız var. Birden fazla. Biz birer birer çıktık merdivenleri, yeni nesil onar onar çıkacak.
Bu hız sizi korkutuyor mu?
Evet, beni korkutuyor. Dijital dönüşüm çok hızlı. Nesiller arası geçişler çok çok hızlı olmaya başladı. Radikal dönüşümler yaşanıyor. Bu beni hem korkutuyor hem de umutlandırıyor. Kendi adıma yeni düzene hızlı uyum sağlayabileceğimi pek düşünmüyorum. Gayret gösteriyorum. Yöneticilerimizi de gençlere fırsat vermeleri için, uyum için teşvik ediyorum. Bakın uzaktan çalışma kontrol etmekten korktuğumuz bir şeyken, bazı çalışanların bu sistemde daha da verimli olduğunu fark ettik. Mesai kavramı değişti. Gündüz dinleniyor, gece müthiş bir rapor hazırlayıp sunuyor. Bizim de OKR adında bir sistemimiz var. Büyük hedef belirleniyor, sonra alt hedeflere parçalanıyor, bunlar aynı rotada hizalanıyor. Yeni nesil hedefi net, kısa vadelere bölünmüş olarak istiyor. Onlar sosyal yaşamı da kaçırmak istemiyorlar.
Bir röportajınızda, “Gece bir sorunla uyurum, sabah yanıt zihnimde belirmiş olur” diyorsunuz. Sürekli işi mi yaşıyorsunuz?
Aslında bilinç uyuyor ama beyin uyumuyor. Ben bazı şeyleri akşam düşünür, sabah hayaliyle kalkarım. Örneğin sabahları o günkü konuşmam için yeni fikirlerle uyandığım olur. O yüzden benim için konuşma hazırlayan kişileri biraz zor durumda bıraktığım olur. Bir hazırlık yaparken rapor okumayı, istatistiklere gömülmeyi sevmem. Ben zaten sürekli geleceğe yönelik yaşadığım için o raporları önceden görmüş olurum. Bugünü yaşamam, saatim hep ileridir.
Nasıl yani Ali Ülker anı kaçırıyor mu? Anı yaşamıyor mu?
Yani, evet. Ama anı yaşamak istediğimde bunu yapıyorum. Kendimi soyutladığım yerler var. Tabiatta olmayı seviyorum. Çünkü doğada çevresel faktörler limitli. Muğla, Marmaris, Bolu, Kastamonu favori yerlerim. Mavi ve yeşilin bir arada olduğu yerleri seviyorum. Her ikisi de beni çok dinlendiriyor. Kamp ateşi etrafında arkadaşlarımla toplanmak, muhabbet etmek paha biçilemez bir şey. Yine de ben genel olarak geleceği planlamayı, gelecekle yaşamayı seviyorum. Bunun olumsuz etkilerini profesyonel çalışanlarda görüyorum aslında. O kadar iş odaklı yaşamışlar ki, emekli olduktan sonra da fabrikadan kopamıyorlar. Oysa paydos zilini duymak lazım, bir yerde durmak lazım.
Sizin kulağınıza da o zilin sesi geliyor mu?
Şu anda çok uzaktan geliyor paydos zilinin sesi. Bana göre o sesi duyduğumuz an için bugünden hazırlık yapmak gerekiyor. Hobiler kazanmak lazım. Ben bunun için Yalova’da bir çiftlik evi yaptım. 4 bin 500 ceviz ağacı diktim. Benim için tam bir paydos zor olur. Sanırım yönetim kurullarında görev alırım. Hiç olmazsa ben de Murat Bey (Ülker) gibi yazarlık yaparım. Kitap yazarım. Ama resim yapamam. O yetenek kızlarımda var. Onlar annelerinden almış. Ben sporcuyum.
Spora ilginiz ne zaman başladı?
Aslında İstanbul Erkek Lisesi’nde okurken. Basketbol oynadım. Zaman zaman futbol-basketbol arasında gittim geldim. Orta sahadan üçlük atan bir oyuncuydum. Daha sonraki yıllarda Ülker’in basketbolda sponsor olduğu dönemde de basketbolla iyice yakınlaştım. Basketbol sporunun bende büyük kazanımları oldu. Kişisel performansın takımla bütünleşince ne büyük başarılara ulaşabileceğini öğrendim. Teknik direktörün etkisini, takım olarak kazanmak ve kaybetmenin kattıklarını gözlemledim. Örneğin basketbolda antrenman oyuncuları vardır. Takımdaki herkes yıldız, lider değildir. Oyunu onlar götürür ama maçın bir yerinde lider oyuncu dinlensin diye antrenman oyuncuları sahaya çıkar. İşte o oyuncuların da öne çıkarılması, motive edilmesi gerektiğini basketbol sayesinde öğrendim. Spor disiplini de kazandırdı bana basketbol. Bunlar bana iş hayatında çok katkı sağladı.
Spor yapıyor musunuz? Görüyorum ki çok kilo vermişsiniz…
Evet, tam 14 kilo verdim. Kıyafetlerim üzerime olmuyor. Gardrop sponsoru arıyorum (gülüyor). Haftada üç gün spor yapıyorum. Ağırlık ve koşu ağırlıklı bir programım var. Tek sorun bir anda kendime yükleniyorum. Bazen doktorum kızıyor. Çünkü bir anda 12 kilometre koşuyorum. Takım oyunlarını bıraktım. Düzenli olarak yüzüyorum. Örneğin denize girince 2-3 saat çıkmıyorum. Çocukluğum Boğaz’da yüzerek geçti. Yüzmeyi çok seviyorum.
Geçtiğimiz günlerde bir konuşmanızda “Deneyimsiz gençlere de fırsat vereceğiz” demişsiniz. İK yöneticilerinin başına iş açtınız sanırım…
Ben küçükken de böyleydim. Hep iş çıkarırdım. Sınırlı risk alan yaramazlardandım. Şirkette de iş çıkarmayı çok severim. Şimdi deneyim çift taraflı çalışan bir şey. Hayatın ilk dönemlerinde neyin iyi neyin kötü olduğunu anlamak kolay değil. İyi deneyimler de var kötüler de. Tecrübesiz arkadaşlara fırsat vermek ve şirketin kaynaklarını bu yönde de kullanmak gerekiyor. Bunu insan kaynaklarındaki arkadaşlarla kurguladık. Stajyerlere proje veriyoruz, başarılı olanlara iş teklif ediyoruz. Onlar da bizi tercih ediyorlarsa çalışıyoruz. Bu aslında iş çıkarmak değil, yanlışı düzeltmek. Ben öyle Japon şirketler gibi Katolik nikahına inanmıyorum. Bir yerde yollar da ayrılabilir.
Peki, hangisi daha zor, kapsayıcılık mı şeffaflık mı?
Bu kültürel olarak değişiyor. Yıldız Holding farklı coğrafyalarda operasyonları olan bir yapı. Kapsayıcılık bazı coğrafyalarda daha zor. Örneğin Suudi Arabistan’da kadınlarla çalışan ilk fabrikayız. Kadınların olduğu bölümün kapısında farklı tonlarda ziller var. “Erkek geliyor, toparlanın” anlamına gelen uyarı ile kadınların olduğu bölüme geçiliyor. Bunun gibi gerçekler var. Esniyoruz giderek. Eskiden kot pantolonla ofise gelmeyi düşünemezdik ama şimdi ben bile kot pantolon rahatlığını yaşıyorum. Kıyafet yönetmeliğini kaldıralı uzun zaman oldu. Bu konuda eleştiriler geliyor ama biz toplumun aynasıyız. Toplum ne ise oyuz.
100 MİLYONLUK NÜFUSU BESLEMEMİZ LAZIM
Her şeyi satıp asıl işinize odaklandınız ama gıdanın sürdürülebilirliği gibi bir mesele var. Ne gibi önlemler alıyorsunuz?
Gıdada ciddi bir alım yapıyoruz. Sadece buğdayda yıllık 400 bin ton alımımız var. Bulunduğumuz alanlarda yıllık tarım hasadının yüzde 3-5’ini biz alıyoruz. Ama artık iklim kontrolden çıktı, öngörülemiyor. Bir yıl buğdayda, bir yıl şekerde sorun çıkabiliyor. Biz de 2015’te Bahri Dağdaş Enstitüsü ile özel çalışma başlattık. Türkiye’de en büyük problem arazi toplulaştırma. Çünkü tarımda iklim dostu teknolojik çözümler için ölçek gerekiyor. Küçük, bölünmüş arazilerde otomasyon sistemlerini uygulamak zor. Türkiye’nin nüfusu artıyor; yakında 100 milyonluk nüfusu beslememiz gerekecek. Biz de buna sözleşmeli tarımla katkı sağlıyoruz. Yeni nesillere tarımda öngörülebilir gelecek sunmak lazım. Antalya’dan İstanbul’a domates taşıyarak hayat devam etmez, hiçbir şey ucuzlamaz.
SABRİ BEY’İN O SÖZÜ ASLA AKLIMDAN ÇIKMAZ
İş ve özel yaşamınıza yön veren bir söz, öğüt var mı?
Evet, elbette. Hayatımda dedem Sabri Bey’in (Ülker) çok etkisi var. Biz üç aile bir yalıda yaşıyorduk. Kalabalıktık. Murat Bey evlenince, onun odası boşaldı. Ben de arada onun odasına kaçıyordum. Orada Sabri Bey ile uzun sohbetlerimiz olurdu. 95 yılıydı, kriz vardı. Ben de sahada dağıtıma çıkıyordum. Esnafla dertleşir, gelip Sabri Bey’e anlatırdım. Şikayetler büyüktü. Moralim bozulmuştu. Sabri Bey dedi ki; “Türkler her şeyden şikayet ederler. Şikayeti çok severler ama işlerini yapmaktan da geri kalmazlar. Sana tavsiyem, şikayetleri çok dinleme. Onları tahlil et, işine yarayacak kısmını al, gerisini duyma. Herkesi tahlil edersen depresyona girersin. Yola devam edemezsin.” Bunu hayatımın her alanında gördüm gerçekten de. Okulda bile. Olumsuz gelişmeler olabilir ama yaşadıklarımızı abartmamak lazım.
İSTANBULKART’IMLA SAHADAN ÇOK ŞEY ALIYORUM
Sosyal medyanızda sık sık metrobüs paylaşımları yapıyorsunuz. Burada bir mesaj mı var?
Ali Ülker de T.C. vatandaşı. Benim de İstanbulkart’ım var elbette. Marmaray, metro,metrobüsü sıklıkla kullanıyorum. Hatta holdingde de radikal kararlar almak üzereyiz. Baktık ki çalışan servisleri yüzde 25 oranında kullanılıyor. Şirketteki arkadaşlarla toplu taşımada mesai yaptık. Güzergahları belirledik. Şimdi bellimerkezlerden ringler getireceğiz.Mart ayından sonra bu sisteme geçilecek. Bunun çalışanların saha deneyimlerini de artıracağı görüşündeyim.
YENİ NESLİ ANLAMAK İÇİN 2,5 YIL OYUN OYNADIM
Makam koltuğunuz farklı, oyun koltuğu. Neden?
Evet, marka bir makam koltuğu seçmedim; oyun koltuğu seçtim. Rahat, ergonomik ve ucuz –malum borçlar var-. Oyun tutkunları 14 saat oturuyorlar, onlara göre yapılmış bir koltuk bu. Strateji oyunlarını seviyorum. Yazılımlarını inceliyorum. Bence bu oyunlarda iş dünyası için çıkarılacak çok ders var. Gençler de bu oyunları oynayarak iş hayatına hazırlanıyor, etkileniyorlar. Onları anlamak için 2,5 yıl strateji oyunları oynadım.
BAKLAVAYI ÇİKOLATAYLA BİSKÜVİYİ LAHMACUNLA KIYASLIYORUM
Toplu ulaşım deneyimi ne kazandırdı?
Bence enflasyonist bakış açısı için faydalı oluyor. Örneğin arkadaşlar bu fiyatlarla bizim bisküvilerin satılamayacağını söylüyorlardı. Fakat ben saha gezilerimden gördüm ki, biz çok ucuzuz. Ben çikolata fiyatlarımızı mahalle aralarında satılan baklava ile kıyaslıyorum. Atıştırmalık bisküvi için de yine aynı düzeydeki lahmacun ve tavuk döner fiyatını referans alıyorum. Baktım, dört paket bisküvi bir tavuk dönere denk geliyor. Biz hala ucuzuz.
6.5 MİLYAR DOLARLIK BORCU 1.6 MİLYARA İNDİRDİK
Yaklaşık beş yıl önce Yıldız Holding, finansal olarak sıkıntılı bir döneme girdi. Böyle dönemlerde devam etmek için motivasyonu nasıl sağlıyorsunuz, nasıl bir felsefeyle yola devam ediyorsunuz?
Evet, 2017’de bugüne kadar ki en sıkıntılı dönemlerimizden birine girdik. Bir anda 6,5milyar dolarlık borçla karşı karşıya kaldık. Bir zamanlama hatası olmuş. Büyük satın almalar ve büyümeler nakit dengemizi bozmuş. Oturduk, bankalarla konuştuk; kredilerin vadelerini yeniden ayarladık. Tam 450 kredi dosyamız vardı bankalarda. Bugün itibarıyla ufak borçları 2022 içinde tamamen bitirdik. Bu beş yıllık süreçte de sendikasyonumuzu 1,6 milyar dolara indirdik. Bu süreçte tek motivasyonumuz sorumluluk duygusuydu. Biz milletin bankalardaki mevduatından kullandık bu kredileri. Onu yerine koyma sorumluluğumuz var. Bir de yanımızda çalışanlara karşı sorumluluğumuz var. Mesuliyet duygusuyla hemen harekete geçtik. Öncelikle Ülker ailesi olarak bizim mal varlıklarımızla ilgili bir kıskançlığımız yoktur. Hemen birçok varlığımızı sattık. Mevcut işlerimizi hiçbir zaman kıskanmadık. Onlardan vazgeçtik. Sadece ve sadece Ülker markasıyla duygusal bağımız var.
Peki, neleri sattınız, ne kadarlık varlık çıkışı oldu?
Öncelikle biz bu dönemde de büyüdük. Asıl işimiz olan atıştırmalık ürünlere odaklandık. Çalışan sayımız 60 binden 75 bine çıktı. 2017’de 42,3 milyar TL olan konsolide ciromuz, iştirak satışlarımız sonrası 2021’de yüzde 34 artışla 100 milyar TL’ye (10 milyar USD) yükseldi. 4 yılda 2,3 kat büyüdük. Bunun yüzde 40’ı yurtdışından geldi. 2018’den itibaren ŞOK Marketler ve Penta halka arzlarımız da dahil olmak üzere iştirak satışları sonrasında elde edilen gelirle toplamda 1,8 milyar dolarlık sendikasyon kredisi ödedik. Ayrıca bu dönemde Med Gıda, Aktül Kağıt, Kellogg, Ak Alev, Sebat, GODIVA’nın dört ülkedeki (Japonya, Güney Kore ve Avustralya perakende ve dağıtım ağı, Yeni Zelanda pazar geliştirme hakkı) operasyonlarının yanı sıra; Özen, Della, Nesos, Unmaş, Kümaş, İçecek Grubu, Propak, Cafe Crown ve Pendik Nişasta şirketlerini sattık. Bunun yanında Yıldız Holding, Ülker Bisküvi’yle Türkiye’yi üretim ve ihracat üssü olarak konumlandırdı. Pandemiye rağmen 2021’de Ülker Bisküvi çatısı altında atıştırmalık alanında 291 milyon dolarlık ihracat yaptık. Beş yılda 3,6 milyar dolarlık ihracata ulaştık.
Sonrasında rota nedir?
Bundan sonra organik büyüme planlıyoruz. Satış listemizde başka şirketler de var. Bundan sonra satın almalar Pladis’in kendisi yaparsa olur.
Dönem dönem Yıldız Holding’in adı medya yatırımlarıyla da anıldı. Nereden kaynaklanıyordu bu söylentiler?
Medyada bizi görmek istediler ama bizim medya ile ilgimizin olmadığını söyleyebiliriz. Çok teklifler geldiyse de uzak durmayı tercih ettik. Biz herkese eşit mesafede durmayı tercih eden bir grubuz. Kurum ve şirketlerin siyasi ya da dini görüşü olmamalı diye düşünüyorum. Ancak kişilerin dini ya da siyasi görüşü olabilir. Bu doğaldır. Kişisel ve kurumsal faktörler ayrışmalı. Bu ayrışma adil süreçlerin işleyişi bakımından önem arz ediyor.
EVLAT ALİ VE BABA ALİ ÜLKER’İN KEŞKELERİ VAR
Peki, bu vatandaş Ali Ülker nasıl bir evlat, baba, eş, dost?
Ooo bunlar değişir. Evlat Ali Ülker olarak diyorum ki; “Keşke anne-babama daha çok vakit ayırabilsem.” Gerçi onlar yazın kaçıyorlar, babamın teknesi var. Kışın da haftada bir kez görüyorum. Baba Ali Ülker de çocuklarının büyümesine yetişemedi. Aynı evin içinde ayrı gibiydik. Keşkelerimdendir bu durum. Keşke filmi geriye sarabilsem; onların çocukluklarını yaşayabilsem. Eş Ali Ülker; bence en iyi orası. 30 yılı birlikte geçirdik ve keşkelerim yok. Huzuru evde buluyorum. Dostlara gelince çok yok. Arkadaş çok dost az. Genç yaşlarda kendinizi iş hayatıyla fazlasıyla sınırlıyorsanız ilerleyen yaşlarda etrafınızda dostunuz kalmıyor. Çünkü dostluğun en büyük sermayesi zamandır.