Faruk ŞÜYÜN
Armağan Tunaboylu, kurucu yayın yönetmenliğini sürdürdüğüm Dünya Kitap’ın ‘2016 Yılın Telif Polisiye Kitabı Ödülü’nü bir Metin Çakır polisiyesi olan “Karakol Cinayetleri” ile almıştı. Aynı yıl, Metin Çakır Polisiyeleri dizisinin ilk kitabı olan “Yıldız Cinayetleri”, “Şeytan Tüyü” adıyla sinemaya uyarlanmıştı. “Yıldız Cinayetleri”ni dört kitap takip etmişti. Bu arada, “Cinai Tuhaflıklar” isimli bir de öykü kitabı gelmişti. Tunaboylu, geçtiğimiz günlerde ise son romanı “Polisiye Yazarının Ölümü”nde yeni kahramanı Berkun İstanbullu ile tanıştırdı okurlarını… Bir solukta okudum ve kendisini kutlamak için aradığımda yazı masasını çok merak ettiğimi söyledim, masa başında bir sohbet için sözleştik.
Yazarın masası pencerenin önünde olunca (benim için çalışırken vazgeçilmez olan) gökyüzü de odanın içine doluyor; çok keyifli. Önce masanın başına ne zaman oturduğunu, günde kaç saat çalışma odasında kaldığını öğrenmek istiyorum:
“Ben hiperaktif biriyim, düşüncemi toplamak için çok zaman geçiyor. Sabah kahvaltı yap, kahve iç, gazeteyi şöyle bir gözden geçir, telefondan sosyal medyaya gir çık, biraz Solitaire oyna falan derken yazmaya başlamam, saat on biri buluyor ve bire kadar da pek kalkmıyorum. Gün içinde sekiz on saatimin masa başında geçtiğini söyleyebilirim.”
Masada, laptop ve klavye dışında üst üste yığılmış kitaplar duruyor: “Şurada son romanım için yaptığım araştırma ile ilgili kitaplar var, Polisiye Yazarlar Birliği’nin öykü jürisindeyim oradan gelen öykü kitapları da burada, okuduğum ve okumam lâzım olan kitaplar da duruyor. Masa, benim kıvır zıvırımın da durduğu, örneğin cüzdanımı, telefonumu, fotoğraf makinemi, şarjımı, gözlüğümü ararken baktığım ilk yer.”
Yıllardır tartışılan “polisiye edebiyat mıdır?” sorusunu sormadan olmaz: “Polisiye bana bir edebiyat ürünü, sanatmış gibi gelmiyor. İnsanlara keyif verecek şeyler yazdığımı düşünüyorum” diye yanıtlıyor. Bu kez “bir polisiye yazarının hayata da polisiye bakışı, bir polisiye gözü var mıdır?” sorusunun yanıtını öğrenmek istiyorum: “Bir polisiye gözü var. Belki yazmaya başladıktan sonra gelişti ya da vardı da o yüzden mi polisiye yazıyorum bilmiyorum. Polisiyeye başlamamın nedeni, polisiye sevmem. Yıllar içerisinde binlerce kitap okudum. Çalışma odamdaki, salondaki raflar polisiye kitaplarla dolu. Bir yerden sonra heyecanlandırmıyorlar. Daha doğrusu çok heyecanlandıracak bir şey çıkmıyor. Siz kendiniz yazmak istiyorsunuz ve bir polisiye gözü oluyor.”
Kitap yazarken yola çıkaran kıvılcım nasıl oluşuyor?
“Metin Çakır’ları düşünürsek nasıl çıktığını bilmiyorum. Bir senaryo yazayım diyordum, bir şekilde romana evrildi. Bitip de okuduğumda beğendim. O zamana kadar yazdığım çok şey vardı ve onları hiç beğenmemiştim. Yayınlanınca da beğenildi. Beş kitaptan sonra artık bir değişiklik yapayım dedim, anlatacağım daha farklı öyküler vardı, yeni bir karakter gerekiyordu. İlk çıkan Berkun ismi oldu. Ortada hiçbir şey yokken Berkun vardı. Sonra Berkun’un tiplemesi geldi. Sonra hikâye. Aklımda birbirine paralel giden iki öykü vardı: Başarılı bir polisiye yazarının ölümü ve Metin Çakır’ın neşeli dünyasından çıkıp biraz daha insanlara dokunan, insan kaçakçılığı gibi daha güncel olanı işleyen bir öykü. En sonda Berkun’un soyadı geldi, İstanbullu. Berkun’un ismiyle başladı, soyadıyla bitti roman.”
Hemen bir bilgi vereyim, bu günlerde değiştirmezse ismi “İnci Küpeli Kadınlar” olan, aile içi şiddetin de işlendiği yeni bir Berkun İstanbullu macerası yazıyor Armağan Tunaboylu. Masaya göz gezdirmeye devam ediyorum. Kalemler var, ama ortalıkta defter göremiyorum. Çok defter kullanmadığını söylüyor ve devam ediyor:
“Bilgisayar olmasaydı, herhalde yazar olamazdım! Daktilo kullanmayı hayatım boyunca beceremedim. Çalıştığım metni sürekli değiştiren biriyim, onun için elle yazmak çok zor. Berkun’un romanını belki 30 kere baştan sona okudum ve her seferinde değiştirdim."
Masanın üzerinde bir fotoğraf makinesi duruyor, “Sinema Televizyon okudum, fotoğrafçılık dersi de aldım, ama yaptığıma fotoğrafçılık değil de İnstagramcılık diyorum; fotoğraf işini ciddiye alıyorum” diyor.

Armağan Tunaboylu, Galatasaray Lisesi mezunu bir Fenerbahçeli.
Evde ve çalışma odasındaki çiçeklerin çokluğu dikkatimi çekiyor. Hayat arkadaşı Esin Hanım çiçekleri çok seviyormuş. Duvardaki camlı kütüphanenin içinde Dünya Kitap Ödülü’müzün durduğu rafın yanındaki bir saat görüyorum:
“O, babamdan kalma. Babam için de değerli bir şeydi, çalıştığı firma vermişti” diye anlatıyor hikâyesini. Bir başka rafta eski iki fotoğraf makinesi duruyor. Birisi Esin Hanım’ın diğeri, Armağan’ın babasından kalmış. Duvardaki çerçevelenmiş iki dergi kapağı içinse şöyle diyor:
“Filmlerde hep görürüm zengin işadamının çalışma odasının duvarlarında örneğin Reagan’la tokalaşırken falan fotoğrafları ve illa ki “Yılın İşadamı” seçildiği Time ve Forbes dergileri çerçeveli kapakları vardır. Ben de Radikal ve Vatan Kitap’ın beni kapak yaptıkları sayıyı çerçeveletip astım. Ayrıca çok kıymetliler çünkü iki ek de ne yazık ki artık çıkmıyor.”
Sıra duvara yaslı bir çerçevenin içindeki magnetlerde. Şöyle anlatıyor: “Esin benden önce dünyanın yarısını gezmiş, benim hiç aklıma gelmezdi dünyayı gezmek. Beni motive etti, gezilere gittik. Buradakiler sadece birlikte gittiğimiz yerlerden aldığım magnetler, onunkiler buzdolabının üzerinde duruyor.”
Bize çalışma odanı açtığın için teşekkürler sevgili Armağan Tunaboylu, yeni romanı dört gözle bekliyorum.