Aslı Barış
“Başarı beni şımartmadı, ben zaten her zaman tahammül edilmez bir insandım …” Bu sözler Fran Lebowitz’e ait… “Kim” derseniz, emin olun onu birkaç kelimeyle tanıtmak mümkün değil. Yine de deneyelim; O, yazar, şair, konuşmacı, komedyen, stil ikonu, ‘New Yorker/New York’lu’ tabirinin vücut bulmuş hali ve son olarak-her ne kadar bu terimden nefret etse de- Z kuşağının gözünde ‘yaşam gurusu’…
“Hayattaki en büyük başarım, kimseyi öldürmemek oldu… Ve inanın, defalarca düşündüm, elime fırsat geçmedi de değil” diyebilecek kadar dürüst… “Yaşam öykünüzden ilgi çekici bir kitap olmaz, sakın yazmayı denemeyin” kadar gaddar… “İç huzur denen bir palavra. Emin olun, her insanın içinde sadece gerginlik ve ölüm var” diyecek kadar depresif… “Prens Harry’nin acıları mı? Mülteci kamplarındakiler bile ondan daha az şikayet ediyor…” diyebilecek kadar gündeme hakim ve komik…
74 yaşında, oldukça ihtişamlı bir hayat yaşamış Fran Lebowitz… Stüdyo 54’ün altın zamanlarında partilemiş, Vanity Fair’in en iyi giyinenler listesinde boy göstermiş, Andy Warhol’un efsanevi Interview dergisinin yazar kadrosunda bulunmuş... Ancak tüm bunlara rağmen, popüler kültürün her daim iştahla aradığı ‘ikon’ radarına yakalanmayarak, sade ve huzurlu yaşam yaşamayı başarmış.
Taa ki 2021 yılında yakın arkadaşı Martin Scorsese tarafından çekilen, onun ve sevgi/nefret ilişkisi yaşadığı New York’un ekseninde geçen ‘Pretend It’s A City’ belgeseli ve ‘Fran Lebowitz: Bir Yazarın Portresi’ adlı yedi bölümlük belgesel Netlix’te yayımlanana kadar…
Milenyal tayfanın bu vesileyle onu keşfetmesinin ardından popülerliği çorap söküğü gibi geldi. Öyle ki bugün bir arama motoruna adını yazdığınızda ‘Onun gibisi bir daha gelmez’, ‘Nasıl Fran tarzını yakalarsınız?’ ‘Hayatı Lebowitz gibi çözmenin yolları’ tarzı envai çeşit makaleyle karşılaşmak mümkün… Peki kim bu muhteşem kadın Fran Lebowitz?
“Ben şairim ama berbat bir şairim…”
27 Ekim 1950’de bir mobilyacı çiftin ilk kızı olarak dünyaya gelmiş Lebowitz… Aslen New Jersey doğumlu ama 12-13 yaşlarındayken tası tarağı toplayıp, rotayı New York’a kırmaya karar vermiş. Altı kere matematik dersinden kalarak liseden atılması buna vesile olmuş; yeni evi olan New York’ta kendine yeni bir kimlik bulmuş. Ailesi iki ay kendisini finansal anlamda desteklese de, kısa sürede kendi ayakları üzerinde kalmak durumunda kalmış. “Ben şairim” diyerek, bir yayınevinin kapısından girmiş. Ancak sonuç hüsran. Fran reddedilmesini haklı buluyor: “Gerçekten berbat bir şairdim.” Taksi şoförlüğü, temizlikçilik gibi işlerde çalışmış 70’li yıllarda…
21 yaşında ‘Changes’ adlı dergide kitap ve film eleştirileri yayımlanınca yazarlık kariyeri başlamış. Oradan sırasıyla Interview ve Mademmoisselle dergilerinde çalışmış. Bu dergilerdeki yazılarından derlenen ilk kitabı, ‘Metropolitan Life’ 1978 yılında yayımlanınca, büyük bir başarı kazanmış. Televizyon programlarının ve efsanevi Studio 54’un daimi müdavimi haline gelmiş. Kendine çoğu sanat camiasından olan elit kalabalık bir arkadaş grubu edinmiş. Bunlardan en önde geleni ise şüphesiz ikonik yazar Toni Morrison… Onu şu cümleyle özetliyor: “Hem yazmayı seven hem de çok ama çok başarılı tek yazar tanıdım.”
Metropolitan Life’tan sonra 4 kitap daha kaleme alan Lebowitz, 90’ların ortasında yazar olarak tıkanma yaşayınca, daha ziyade konuşmacı ve TV starı olarak -her ne kadar bu durumdan nefret etse de- popüler kültürdeki yerini aldı.
Gelelim bu makaleyi yazma sebebimize… Düşbaz Kitaplar’dan çıkan ‘Fran Lebowitz Reader/Fran Lebowitz Kitabı’… Yazarın ‘Metropolitan Life/Metropol Yaşamı], ‘Social Studies/Sosyal Bilimler’ ve ‘Mr. Chas and Lisa Sue Meet The Panda /Bay Chas ve Lisa Sue Pandalarla Tanışıyor’ adlı kitapları, bu eserde bir araya getirilmiş. Fran’in yer yer karanlık ama ne olursa olsun çok eğlenceli dünyasında seyahat etmek isteyenler için, kaçırılmayacak bir bilet…

5 soruda Fran
En kötü alışkanlığı: Herkes ‘sigara’ diyecek ama bence tembelliğim…. İnanılmaz derecede üşengeçim ve bu bir alışkanlık. Çalışmamak alışkanlığım.
En büyük korkusu: Kemirgenler. Küçücük bir fare bile olabilir, büyük bir sıçan olmasına gerek yok. Evimde fare beslemektense kurt beslerim daha iyi.
En sevdiği replik: Değil replik, aklımda kalan cümle, kelime bile yok. Aklıma hiçbir zaman hiçbir şey gelmez.
Evindeki favori odası: Her zaman kütüphane veya içinde çok sayıda kitap bulunan herhangi bir oda içinde olmaktan mutlu olurum. Sokakta yürürken, tanımadığım birinin apartmanına baktığımda ve içinde çok sayıda kitap olduğunu görürsem, "Vay, ne güzel bir daire" derim.
Dünyada bir sorunu çözebilse, bu ne olurdu?: Biliyorum, herkes “iklim sorunu” dememi bekliyor. Ama mümkün değil bunu çözmem. Daha ziyade Amerika’daki seçim sisteminden kurtulmayı isterdim. Bence hatalı bir sistem.