Faruk ŞÜYÜN
Behçet Çelik’i, Kemal Özer’in yayın yönetmenliğindeki Varlık’a öykülerini getirdiği yıllarda tanıdım. Sevgili Kemal Bey’e yardım ettiğim için her gün oradaydım. Odamız, Cağaloğlu’na yolu düşen yazarların uğrak yeriydi. Behçet Çelik de onlar arasındaydı. Basılan ilk öyküsü 1987’de Varlık sayfalarında yer aldı.
Sevgili Behçet’in odasına girdiğimde aklıma bir anı düştü: Yıllar önce sevgili Ergun Köknar’la birlikte Dünya Kitap’a söyleşi yapmak için buluştuğumuz Tahsin Yücel, hayatının yazmakla geçtiğini “karım, beni ensemden tanır” sözleriyle ifade etmişti. Çelik’in odasını ve çalışma masasını görünce onu anımsadım, kendisine de söyledim. Behçet, hemen kütüphanenin rafında duran bir resme uzandı “Eşim Naime Narin yıllardan beri desen çiziyor, resim çiziyor. Bir gün ‘bir ex-libris’in olsa senin’ deyip resmimi çizmiş, ‘bunu ex-libris yaparız’ demişti. Tam dediğiniz gibi masamda otururken enseden görülen halim” dedi. Ex-Libris genellikle kitap kapağının iç tarafında veya ilk sayfalardan birinin üstünde bulunan mülkiyeti belirten Latince bir deyiş. Kitabın kartviziti ya da tapusu denilebilir. Desenin kaşesini yaptırmış Behçet Çelik, yandaki rafta ıstampası ile birlikte duruyor…
Masanın üzerindeki printer, onun için çok önemli. Yazıcı, “yangında kurtarılacak ilk şey”. Çünkü, metnini yazdıktan hemen sonra bir çıkış alıyor. “Çıkış alıp düzeltmek, sonra yeniden çıkış almak benim için önemli. Oradan okurken, değişiklikler yaparken keyif alıyorum” diyor ve devam ediyor:
"Biraz da daktilo çağından geldiğim için olmalı. İlk iki kitabım ‘İki Deli Derviş’ (1992), ‘Yazyalnızı’ndaki (1996) öyküleri elyazısı ile yazıp daktiloya çekmiştim; ‘Herkes Kadar’daki (2002) öyküleri de gene elyazısı ile yazıp bilgisayara geçirdim. Sonraki kitaplarda doğrudan bilgisayarda yazmaya başladım. Bilgisayarla birlikte evde de yazıcı oldu hep, ertesi günü beklemek istemiyorum. Sıcağı sıcağına kâğıda çıkış almak önemli.”
Tabii ki kalemler de masanın başköşesinde. “Okurken mutlaka bazı şeylerin altını çizer, döndüğümde hatırlayabilmem için sayfalara notlar alırım. Bazen alıntılamak istediğim cümleleri deftere geçiririm. Bu, benim metnin ruhuna girmemi de kolaylaştırıyor, o kitap hakkında yazı yazarken bazı kapıları açıyormuş gibi geliyor.”

Masada duran defterlerin amacı bu. Kırtasiye merakı nedeniyle kullanıp kullanmayacağını düşünmeden aldığı defter ve kalemleri de varmış.Defterlerden birini uzatıyor. İnci gibi bir elyazısı, dolmakalemle özenerek yazılmış sayfalar. “Ama” diyor “giderek başka notlar da giriyor, defterin bütünlüğü kalmıyor.”
Çok düzgün günlük de tutamamış, 35 yıldır defter kullanıyor, ama onları biriktirmemiş.
Dolmakalemlerle yazmayı seviyor. “Üç beş tane dolmakalemim var. Yumuşak yazan tükenmez kalemleri de kullanıyorum ama kitapların satırlarının altını kurşun kalemle çiziyorum” diye anlatıyor. Onları açmak için masaya raptedilebilen çocukluk yıllarımızdan kalma kollu bir kurşunkalem açacağı var: “İlkokuldayken kardeşimle benim kalemtraşımızdı. Sonra üniversitedeyken yanımda getirdim, hâlâ kullanıyorum. Bana geçmişimi hatırlatan masadaki en eski şey.”
Yandaki raflarda duran mürekkepler, dolmakalemlerden biraz daha söz etmeliyiz diye düşündürüyor. Meselâ, benim hep ihmal ettiğim onları sık sık temizlemek gibi bazı zorlukları da var. Behçet Çelik’in bir diğer değerlendirmesi şöyle: “Bazı ceketlerimin iç ceplerinde mürekkep lekeleri var, kalemin kapağı açılmış, mürekkep sızmış!”
Masanın üzerindeki bir kutuda kitap ayraçları duruyor. “Çalışırken masamda çok kitap oluyor, hangi sayfada kaldığımı hatırlamak için kullanıyorum onları” diyor.
Masanın demirbaşlarından birisi yazım kılavuzu:
“Nijat Özön ve Necmiye Alpay’ın çalışmalarını elimin altında tutuyorum. Çok sık başvurmasam da bazen sözcüklerin doğrusunu yazmak için gerekli oluyor.” Küçük bir çalışma odası var Behçet Çelik’in “küçük odayı şundan seviyorum, konsantrasyonumu korumamı sağlıyor” diyor ve devam ediyor:
“Edebiyatçı bir arkadaşım bize geldiğinde odayı gördü ve ‘hah’ dedi ‘senin niye böyle sıkışmış tiplerin öykülerini yazdığını anladım şimdi!’ Yazarken masa, bilgisayar, defter kalem yetiyor. Odanın sıkışıklığı beni toparlıyor, yazmama olumlu etki yapıyor, dağılmamı engelliyor sanırım. Yıllardır bu odadayım, bir şikâyetim yok.”
Daha verimli olduğunu düşündüğü akşam saatlerinde çalışıyor genellikle, ancak çok geç saatte masaya oturmayı tercih etmiyor. Gündüzleri okuyor. Aslında her yerde, her koşulda okuyabiliyor, ama 20 küsur yıldır birbirlerine âşina oldukları masasında çalışabiliyor.
Kütüphane raflarında taşlar duruyor. Eşinin armağanlarıymış:
“Evin içerisinde böyle doğal şeylerin olması bana sıcak geliyor, yanı başımda olmalarından memnunum, hoşuma gidiyor.”
Kütüphanelerde kitaplar, tek sıra ve bulunması en kolay biçimde dizilmiş. Şöyle anlatıyor nedenini: “Masamın bütünleyicisi olan bu kitaplığın dağınık olmasını istemiyorum. Evdeki sekiz on parça kitaplık içinde en düzenli olanlar buradakiler.”
Yazı masasının önünde “tezgâhta yeni ne var?” diye sormasam olmaz:
“Bu aralar Memduh Şevket Esendal okuyorum. Geçen sene iki kitap çıkardım. O yüzden bu sene bu işi biraz nadasa bıraktım gibi. Şu sıralarda kurmaca bir metin üzerine çalışmam yok. Belki kafamda bir yerlerde demleniyor. Zaten her yıl kitap yayım lamak da gerekmiyor.”