Faruk ŞÜYÜN
Filiz Aygündüz’ün “Kaç Zil Kaldı Örtmenim?”, “Prens Prensesi Sevmedi” ve “Annem Beni Görsün” adlı üç romanı, Psikiyatr Alper Hasanoğlu ile birlikte hazırladıkları “Gel Hayattan Konuşalım” isimli bir nehir söyleşi kitabı var. “Kaç Zil Kaldı Örtmenim?” dışındaki kitaplarını yazı masası olarak kullandığı sehpada yazmış; halen de hem gazete yazıları hem de yeni kitap çalışmaları için aynı sehpayı kullanıyor.
“Yazı masasında yazdığım dönemler de oldu, ama özellikle son on yıldır sehpada yazmayı tercih ediyorum. Küçük bir minderin üstünde oturarak çalışıyorum ve yazı yazmak için sehpa, bana daha rahat ve konforlu geliyor” diyor.
Sehpayı kız kardeşi hediye etmiş. Kitapları, defterleri, sevdiği objeler, laptopu üzerinde. Yani çalışmaya uygun bir genişlik ve büyüklükte. Laptopta yazıyor, ama defterlere küçük notlar almayı da ihmal etmiyor. Değişik alanlarda, örneğin online eğitimlerde kullandığı -pandemi ile birlikte bunların sayısı çok artmış- defterleri bulunuyor.
“Notlarımı alırken Artline kalemler kullanıyorum ne çok kalınlar ne çok ince ve yazımı çok yumuşak. Yeşil renkli bir Lamy dolmakalemim var, onunla yazarken yeşil mürekkep kullanıyorum… Yeşil rengi çok seviyorum, göz dinlendirici.”
Sehpada duran değişik renklerdeki fosforlu kalemleri de çok seviyor ve kullanıyor:
“Kitap okurken mutlaka altını çizenlerdenim. Bunun için de onları kullanıyorum. Kitap el değmemiş biçimde gelir ya ben, onu bozarak okurum. Üzerine notlar alırım. Sayfayı kıvırmaktan hiç çekinmem, kitap ayracı kullanmam. Bu yaptıklarımı da kitaba zarar vermek değil, kitapla ilişki kurmak olarak algılıyorum. Meselâ dijital ortamda kitap okuyamıyor, sesli kitap dinleyemiyorum. Mutlaka elimde basılı bir kitap olmalı.”
Sehpadaki kahve dolu bir kupa da nasıl çalıştığı hakkında fikir veriyor:
“Sabah erken saatte güne kahve ile başlıyorum. Çalışırken de masamda mutlaka kahve olmalı. Onu fazla kaçırırsam kavun aromalı sütlü bir çayım var onunla devam ediyorum.”
Daktiloyla yazmaya başlayanların daktilo sevgisi hiç bitmez diye düşünürüm. Masadaki daktilo da bu konuda bir ipucu veriyor:
“Bu Smith Corona daktiloyu üçüncü kitabım çıktığında kız kardeşlerim hediye etti. İlk, babamın daktilosu ile yazı yazmaya başlamıştım. Olympos bir daktilosu vardı, yeşil renkti. Daktiloyu çok severek kullandım. Hâlâ sevgim sürer.”
Farklı renklerde dört küçük idare lambası duruyor:
“Aslına bakarsak Adalet Ağaoğlu’nun böyle bir lamba koleksiyonu vardı. O zaman özenmiştim, bir süre aldım. Özellikle sehpadaki dört küçük lamba renkleriyle beni rahatlatıyor. O dört lamba, kedilerimden koruyabildiğim sürece orada duruyorlar!”
Ya üzerinde F ve A yazan bir mühür?
“40. doğumgünümde Sedat Ergin’in hediyesidir, kıymetlidir benim için. Hiç kullanmadım şimdiye kadar, ama 11 yıldır gözüm gibi bakıyorum. ‘40 yaşının mührünü vurman dileğiyle’ gibi çok tatlı bir notla göndermişti. Gerçekten de 40’lı yaşlarım güzel yıllar oldu.”
Birbiri ardına kitaplarınız geldi. Şu günlerde üzerinde çalıştığınız bir kitap projesi var mı?
“Şu ana kadar hiçbir yerde söylemedim, ama size söyleyebilirim; Emel Sayın’ın biyografik romanını yazıyorum.”
Harika! Seramik nar?
“O, yazı bereketi için. Sehpamdan hiç eksik etmiyorum.”
Karşınızdaki sandığın üzerindekiler?
“Beyaz olan, bergamot koyduğum bir buhurdanlık, oradan gelen koku yazarken beni çok rahatlatıyor. Yanındaki lamba vitray sanatçısı kız kardeşim Demet Aygündüz Ergen’in. Tuz lambasını da rahatlatıcı özelliği nedeniyle almıştım. Ben meselâ dışarıda bir kafede, gürültülü ortamda veya müzik dinleyerek yazamam. Yazmam için huzurlu bir ortam ve sessizlik şart.”
Sandığı da anlatır mısınız?
“Babaannemin yüz yıllık sandığı. Bizimle yaşıyordu. İçine takılarını, ilaçlarını, kendine ait birtakım şeyleri koyardı. O öldükten sonra bana geçti. Benimle birlikte yaşıyor. O sandığa bakmak, bir yüzyılı görmek, yukarıdaki fotoğraflar bunların hepsi bir huzur ortamı için oluşturulmuş şeyler.”
Ben de duvardaki çerçevelenmiş siyah beyaz fotoğrafları soracaktım?
“Çok sevdiğim, benim ben olmamda katkısı olan yazarlar, sanatçılar. Örneğin Duygu Asena, onun yanında başlamıştım. Ingmar Bergman var filmlerini defalarca izledim. Biliyorsunuz psikoloji ile de ilgiliyim psikoloji yüksek lisansı yaptım. Bergman’ın filmlerindeki psikolojik altyapı, anlattıkları her zaman ilgimi çok çekmiştir. En sevdiğim yönetmendir diyebilirim. Simone de Beauvoir, Iris Murdoch, Marguerite Duras gibi benim için çok kıymetliler de orada…”
Karşıdaki masanın üzerinde bembeyaz kediniz oturuyor ve onun yanında bembeyaz bir heykel duruyor…
“Heykeli internette heykel tasarımları satan bir siteden almıştım. Bir kadın ve bir erkek birlikte kitap okuyorlar. Benim gözümde aşkın en güzel simgesi bu heykel, birlikte kitap okuyabilmek.”
Sohbetimizi kedilerinizle bitirelim mi?
“İki kedim var, siz Mine’yi görüyorsunuz çünkü o kucağa alınabilip sevilebiliyor. Poz vermeyi çok seviyor oyuncu bir kız. Bir de ablası var Prenses. Sanki Kensington Sarayı’nda almışım gibi gerçek bir prenses. Öyle kucağınıza alamazsınız, sevemezsiniz kendi istediğinde gelir. Mine ona saygıda hiç kusur etmez.”
Filiz Aygündüz’ü sessiz, sakin, huzurlu ortamında küçük objeleri ve kedileriyle bırakıp ayrılırken huzurun ne kadar önemli olduğunu düşünüyorum. Tanpınar’ın romanındaki gibi aslında hepimiz kendimizi huzura kavuşturacak bir iç nizam aramıyor muyuz?