Burcu GÖKSÜZOĞLU
Bürokrat, iktisatçı, gazeteci ve yazar olarak her zaman ekonominin nabzını tuttu. 22 kitap kaleme aldı. Bunların sadece ikisi polisiyeydi. Ve ikisi de best seller oldu! Duayen isim Mahfi Eğilmez ‘Sahte Sultan’ı ve polisiye tutkusunu anlattı. Bir de müjde verdi: “Kitabı filme dönüştürme girişimi var!”
Okurların merak ettiği soruyla başlayalım. ‘Sahte Sultan’ İnferis’in devamı niteliğinde mi?
Bazı kahramanlar aynı çünkü… Tam anlamıyla devamı demek çok mümkün değil. Dediğin gibi bazı kahramanlar özellikle Murat ve Rüya baş kahramanlar burada devam ediyorlar. Bir iki tane daha var, onlara yan kahraman diyelim. Fakat şeyler değişiyor. Komiser Başka birisi, savcı başka birisi... Dolayısıyla tam anlamıyla bir devam değil, kahramanlar devam ediyor ama konu farklı. Konu birinci konunun devamı değil, tamamen başka bir konu. O yüzden tam bir devam romanı diyemeyiz. Onun için şöyle diyorum ben; İnferis’i okuyanlar açısından Sahte Sultan’ı anlamak, yorumlamak çok daha rahat, çok daha kolay olabilir fakat ‘Sahte Sultan’ tek başına okunabilecek bağımsız bir yapıya ve kurguya sahip.
İnferis’te yolsuzluk üzerine istifa eden bakanlar, bunu çekinmeden haberleştiren gazeteciler ve cesurca işin peşine düşen savcılar var. Sahte Sultan’daysa İstanbul tasvirinde günümüz Türkiye’sini hatırlatan ifadeler yer alıyor. Her iki eser de hangi zaman diliminde geçiyor?
İkisi de aslında zamandan soyut olarak düşündüm. Burada belli bir dönem, belli kişiler -bizim etrafımızda bildiğimiz- belli olaylar yok. Tabii Türkiye’den esinlenme çok fazla. Kitabın başında da dediğim gibi, buradaki benzetmeler, olaylarla ve kişilerle ilgili tamamen tesadüfi veya insanın zihninde canlandırdığı şeyler. Esas olarak bir olay, kişi veya kişiler yok. Tabii Türkiye’den esinlenmemek mümkün değil böyle bir şey yazarken, benim gibi Türkiye’de yaşayan birisi için ama şu olay bu olay, şu kişi bu kişi diyemiyorum ama Türkiye’deki olayların ve kişilerin ortalaması olarak düşünmek lazım. Burada iyi ve kötü insanlar var. Bu her zaman karşımıza çıkan meseleler.
Bunları da mevcut kişilerden soyut düşünmek lazım.
Peki sizin kişiliğinizden yansımalar var mı?
Murat’ta biraz yansıyor tabii. İster istemez, bir yazar bir şekilde kendisini karaktere yansıtıyor. Mesela ne bileyim, sevdiğiniz bir yemekse Murat onu seviyor, ilgilendiğiniz bir konuysa Murat
onunla ilgileniyor. Mecburen böyle bir şey yansıyor. Mesela ben barbunya pilaki severim, Murat onu seviyor. Ben bamyadan nefret ederim, şimdi Murat’a bamya yediremiyorum, içimden gelmiyor. Bu tür şeyler yansıyor, ister istemez. “Murat sen misin” diye soruyorsan, değilim. Ama Murat’ta benden yüzde 30-40 yansıma var. Murat benden izler taşıyan başka bir kişi öyle diyeyim. Onun için, yansıma var ama yüzde 100 değil tabii.
Yıllarca ekonomi kitaplarınızı okuduk. Ne zaman ve nasıl karar verdiniz polisiye yazmaya?
Benim aslında ilk meşgalem edebiyat. Ortaokul ve liseden beri ben hep edebiyatla iç içeyim, meşgulüm. Hatta o yüzden ortaokul ve lisede iyi bir öğrenci olamadım ben. Kendime o kadar romana ve öykü okumaya verdim ki, öbür dersleri hep ıskaladım. Sınıfta kalmadım, sene kaybetmedim ama bu konularla hep ilgilendim. Bir şeyler hep karaladım. Bu benim ilk romanım değil. İlk romanım ‘Anitta’nın Laneti’ idi. Hemen arkasından da ‘Hattuşa’dan Kaçış’ geldi. Hitit Dünyası’nı öyküleştirerek anlatan iki romandı. 2000’lerde çıktığına göre, aşağı yukarı 20 yıldan fazla olmuş. Ama aklımda hep çocukluğumdan beri çok okuduğum çok ilgilendiğim polisiye yazmak vardı. Etraftaki olaylara baktığın zaman Türkiye büyük bir polisiye roman gibi… Her tarafından polisiye bir olay çıkıyor, yolsuzluklar, soygunlar, kadın cinayetleri… Bir sürü olay var. Birkaç yıldır aklımdaydı, sonra başladım yazmaya ve yazdıkça tabii gelişti, hoşuma da gitti. İnferis çok beğenilince, aklımdaki ikinci konuyu da yazmak istedim. Zaten İnferis’i yazarken bir yandan da bunu yazmaya başlamıştım.
Yazarken nereden besleniyorsunuz? Maliye Müfettişliği yaptığınız dönemden edindiğiniz tecrübelerinizden mi, polis/adliye dosyalarından mı?
Polis adliye dosyalarından çok değil. Benim o gazeteci tarafım, pek yok. Her ne kadar gazete yazarlığım olsa da o gazetecilik demek değil. Bu yüzden o tarafları çok iyi bilmiyorum ama gerçekten etrafımızda o kadar çok olay var ki yaşananları şöyle kafanda tarttığın zaman mutlaka polisiye bir şeyler çıkıyor. Kuzey ülkelerindeki polisiyeler hep böyle seri katiller, seri cinayetler üzerinedir. Vahşi cinayetler üzerinde çok durulur çünkü sapık bir takım insanların işlediği cinayetlerdir. Bizde böyle değil, ama bizde de onlar yazılıyor. Yani bizde de Batı tarzına uygun polisiyeler daha çok yazılıyor. Aslında bizde mali suç inanılmaz çok, siyasal suç inanılmaz çok. Bunları yazan pek yok. Benim hatırladığım bir tek Ahmet Ümit’in ‘Kukla’sı var, Susurluk olayını anlatan. Biraz oradan esinlendim, yani niye bunları yazan yok diye. Etraftaki olaylardan esinleniyorum. Maliye müfettişliği yaparken karşılaştığım olayların da etkisi var tabii.
Karakterleri nasıl oluşturuyorsunuz?
Benim de karakter kafamda dans ediyor. Yattığım zaman, başımı yastığa koyduğumda karakterleri düşünüyorum, olayları düşünüyorum. Bu ekonomi yazmaktan daha farklı. Ekonomi kitaplarını yazarken de böyle oluyor ama burada çok daha yoğun. Bunlar hep kafamda evriliyor, çevriliyor. Benim yazma stilim biraz farklı. Ben kafamda düşündüğüm konunun sonucunu yazıyorum. Yani romanının sonunu önce yazıyorum ben… Nasıl biteceğini bilmediğim bir şeyi, başlayamıyorum. Ben sonunu yazıyorum yani kafamda bir konu var. Diyelim ki işte Sahte Sultan’daki tablo meselesi var, bu nereye varacak onu düşünüyorum ve onun sonucunu yazıyorum, sonunu yazıyorum yani. Ondan sonra baştan o sona doğru yola çıkıyorum, araya öyküleri koyarak olayı oraya doğru götürüyorum. Zannediyorum orijinal bir yöntem bu, böyle yapan başkası var mı, bilmiyorum. Tabii o ilk yazdığım sonuç yüzde 100 aynı olmayabiliyor, ama nereye varacağımı bilerek yola çıkıyorum.
Polisiye alanında favori yazarlarınız, seriniz, filminiz hangileri?
Ben aslında tam tersi olan aslında hırsız olan Arsen Lüpen’i çok severim. Çocukluğumda bütün kitaplarını okumuştum. Babamın kütüphanesinde vardı. Selami İzzet Sedes’in olağanüstü güzel çevirisiyle. Onları çok beğenerek okudum. Sherlock Holmes, Agatha Christie’nin romanlarını severim. Yani ben daha ziyade klasik polisiye severim, satranç gibi işleyen… Vahşi cinayetler değil de daha çok sofistike yürüyen polisiyeleri severim. Böyle tabii bir çok da film var. Geçmişte izlediğim filmler var, hep aklımda kalan… Mesela ‘How To Steal a Million? (Bir Milyon Doları Nasıl Çalarsınız?)’ diye bir film vardı, çok hoşuma gitmişti. Bir de Micheal Caine’nin ‘Gambit (Harika Hırsız)’ diye bir filmi vardı. Tabii yenilerden de var, izlediğim çok da dizi var. İnsan izleyince bunlardan etkileniyor tabii.
Siz de bu kitabın filme dönüştürülmesini ister misiniz?
Öyle bir girişim var. Daha işin çok başındayız çünkü bunun bir senaryo haline getirilmesi gerekiyor. Onu ben yapmıyorum, farklı bir iş. Bir romanı alıp senaryolaştırmak farklı bir şey. Onun üzerinde çalışılıyor şimdi, ismini veremem ama bir ekip çalışıyor. Böyle bir teklif geldi. İnşallah olumlu sonuçlanır.
En erken ne zaman izleyebiliriz?
Şu an bilmiyorum… Senaryolaşacak, karşı tarafa götürülecek… Bölümler haline dönüştürülecek, bunu çekecek olanlar kabul edecek, onun kendine göre bir süreci var tabi…
Sıradaki kitabı tasarlamaya başladınız mı?
Evet ama şu an ‘Sahte Sultan’ kadar hızlı gitmiyor. İnferis’in ortalarındayken Sahte Sultan’ı yazmaya başlamıştım. Sonucunu bulup kafamda onun ara hikayelerini yerleştirip götürmeye başlamıştım. Bu öyle değil… Şu an kafamda sadece bir iki tane konu var. Sonucunu yazıp ona başlamam.
Polisiye mi yine?
Evet yine polisiye… Üçleme olacak bu… Gerçekleştirebilirsem tabi… Aynı zamanda başka bir ekonomi kitabı hazırlıyorum. Onlara daha ağırlık veriyorum o nedenle yeni gelecek polisiye kitap biraz gecikiyor.