Faruk ŞÜYÜN
Sevgili Cemal Süreya “Kadıköy iskelesine en yakın oturan şair olduğunu” söylerdi. Hakikaten de üç dört dakikaydı. Ardından o sokağın ismi Cemal Süreya oldu. Yazı masasında buluştuğumuz şair Ömer Erdem de orada oturuyor. Geçtiğimiz haftalarda Oğuz Tansel ve Attilâ İlhan şiir ödüllerini alan “Güneş Kalır Bir Başına” isimli şiir kitabında Cemal Süreya Sokak isimli bir şiir de var.
Yazı masası, salonda ortak kullanılan masanın bir ucu. “Benim, kendime ait bir yazı masam hiç olmadı. Olsun diye de bir iştiyak duymadım. Çünkü benim yazarlığım, hayatın pratiğe indirgenmiş bir ânı” diyor ve devam ediyor:
“Yazıyla ilişkileri masa başında düşünen, bulan, yazan, kotaran birisi değilim. Yaşamın her ânı, her eşiği, her mekânı benim yazı masam aslında. Meselâ cep telefonu benim için en pratik, en kullanışlı yazı masası. Benim için zor olan, uzun süren yazıyı bulmaktır. Zihnim âdeta bir yazı avcısı gibi çalışır. Yazıyı yakaladığım anda hiç mesele değil otobüste, metrobüste, bir basın toplantısında bile yazabilirim. Şiirlerimin büyük kısmını televizyonculuk yaptığım yıllarda beklenmedik zamanlarda bir toplantı, bir gezi sırasında, uçakta, otobüste, yemek yerken yani hayatın içinde yazdım. O yüzden masa benim için teorik değil pratik bir şey.”
Ömer Erdemler’in evinde onun da çalıştığı masa, bütün ailenin:
“Masa, bizim için bir araç değil; duygularımızın, sevgilerimizin ortak yaşama tutkularımızın birleştiği yer. Masanın kendi köşeleri yok, aslında bizim tuttuğumuz yerler var. Masa her oturuşta yeniden âdeta canlı bir varlığa dönüştürdüğümüz bir şey.”
Yine de size ait şeyler oluyor masa üzerinde:
“Ortak kullanma alanı dışında son çıkan, okuduğum kitaplar, üzerinde düşündüğüm çalıştığım konular burada yığılıyor ancak sonra hızlıca çekiliyorlar. Çünkü burayı sonsuza kadar işgal etmeleri gibi bir şey söz konusu olamaz. Hangi kitabı okuyacaksam, hangi kitap ya da konu üzerine çalışacaksam onları ayırıyorum. Onlar, masanın küçük bir köşesinde, asla sonuna kadar işgal etmiyorum.”

Nasıl çalışıyor Ömer Erdem?
“İlk gençliğimden itibaren zihnimi sürekli şiire ve yazıya demek bu? Yaşadığımız bir hayat var, hayatın pratiği sonsuz bileşenlerden oluşuyor. Zaman içinde bütün bu bileşenleri süzgeçlerden, tülbentlerden geçirip çitlerden atlatıp şiire doğru çalıştırmak diye bir yöntem, alışkanlık oluştu. Ben; okurum, takip ederim, ama bütün bunların gerisinde zihnimde çalışan saat, bala duran petek aslında şiire doğrudur.”
Fotoğraflarını çekmemiz için masa üzerine koyduğu defterler de çalışma yöntemi hakkında ipuçları taşıyor:
“Bütün yazdığım kitapların, şiirlerin ilk hallerinin bulunduğu defterleri saklıyorum. Yazdıklarım kitaba girecek hâle geldikten sonra çok az değişiklik gösterir. Çünkü zihnimde çok uzun sürer şiirin hazırlığı. Ama yazdığım andan itibaren biter. Eğer şiirin üstüne tekrar çalışırsam başarısız olurum. An içindeki sonsuzluğu yakalamak benim için çok daha kıymetli.”
Kalem tercihiniz var mı?
“Kurşunkalem, bazen dolmakalem kullanırım ama kurşunkalemi daha çok tercih ediyor, onu kendime daha yakın buluyorum. Defterler de sadece bir kayıt yeri değil, sanki bedenimin, ruhumun bir parçası gibiler. Yanımda mutlaka bir defter bulundururum.”
Düzenli çalışan biri misiniz?
“Düzeni severim. Çünkü bir şair zihni 24 saat düzenli çalışmak zorundadır. O düzeni korumadığı zaman istife dönüşür. O da içinden çıkılamaz hale gelir. Hayatımı kazanmak için çalıştığım bir yer var, haftada iki yazı yazıyorum. Bunlar da beni sürekli bir yazı ve okuma disiplini içinde tutuyor. Böyle olunca da kendiliğinden düzen ve intizam doğuyor. Ancak bunlar takıntılı değil. Düzen, tertip benim çalışma pratiğimin kendi doğallığı.”
Biz yazı masasında sohbet ederken Atlas, pencerenin önünde resim yapıyor. Evin sevgi yumağı:
“Atlas altı yaşında. O, matematikteki sıfır sayısı gibi. Bütün her şeyi kendisine dönüştürme kabiliyetine sahip. Aslında evdeki bütün objelerin, kitapların, odaların, ışıkların, seslerin sahibi Atlas. Biz onu takip ederek yaşama şevki, enerjisi buluyoruz. Atlas…”
Sohbet, Atlas’ın seslenmesiyle kesiliyor:
“Baba, kafam şişti, çalışamıyorum.”
“Az kaldı bitiyor” diyor Ömer Bey devam ediyor:
“Atlas şu anda bir resim sanatçısı olarak bu evi dolduruyor. Biliyorsunuz annesi (Esra Erdoğan) yazar, öykücü. Evde üç sanatçı olarak yaşıyoruz. Doğal olarak benim büyük payı istemek gibi bir lüksüm yok. Ben bu zenginliğin zevkini, neşesini yaşamaya çalışıyorum.”
Fotoğraf çekimi için masanın üzerine ailecek sevdikleri objelerden bazılarını getiriyor:
“Bu kargayı Lizbon’dan aldım. Kargalar aslında zamanın efendisi gibi yaşıyorlar. Onları çok ilginç buluyor, izliyorum. Karga ile ilgili bir şey gördüğüm zaman beni etkiliyor. Donkişot daha çok Atlas’ın ilgi alanında. Kurbağalar var onlar da eşim Esra’nın eski bir tutkusu. Orkide inatçı, sabırlı, her an ve her şartta çok az şey isteyen bir bitki; şiir de böyle kendisinden başka bir şey istemiyor. Her yerde Atlas’ın resimleri var. Onlar da bize heyecan veriyor, ilham veriyor. Zaten son kitapta yer alan şiirlerden birisinin ismi Oyun Atlası.”
Yine masayla bitirelim istiyorum. Şöyle diyor Ömer Erdem:
“Edip Cansever’in Masada Masaymış ha şiiri vardır. Benim masam somut bir masa değil, ama zihnimin masası bir şairin zevkle, yaşam şevkiyle, şiir aşkıyla üzerine koyabileceği her şeyi taşıyor, bundan dolayı da çok mutluyum.”