Gülseren ÜST POLAT
Tozun toprağın içinden çıkan elmas ve altın gibi değerli cevherlerin sarraf ve kuyumcuların elinden geçerek Osmanlı sarayına, zenginlerin köşklerine kadar takip ettiği uzun yolu aydınlatıyor Arsen Yarman son kitabı “Osmanlı Döneminde Mücevher ve Ermeni Kuyumcular” ile… 2.500 fotoğraf, belge vb. görsel malzemeyi içeren ve yedi yıllık bir emeğin sonucu olan kaynak niteliğindeki bu kitabı araştırmacı yazar Arsen Yarman’dan dinledik.
Arsen Bey, “Osmanlı Döneminde Mücevher ve Ermeni Kuyumcular” kitabında mücevherin hangi yolculuğunu bulacak okur?
Kitabı tarih-emek-estetik üçgeninde kurguladım. Mücevheri ve kuyumculuk eserlerini tarihsel bağlama oturtmaya, onda somutlaşan kuyumcu ustasının emeğini göstermeye ve eserin temsil ettiği estetik değeri ortaya çıkarmaya çalıştım. Tarihsel çerçeve mücevherin üretildiği süreci, üretim koşullarını ve bu konuda yapılan yazışmaları içeriyor. Osmanlı arşivindeki yoğun çalışmayla bu çerçeveyi kurabildik. Kuyumcuların çalıştığı hanları- atölyeleri, çalışma koşullarını, lonca ilişkilerini ve üretim sürecinde devletle ya da diğer kuyumcularla yaşadıkları gerilimleri, gerçekleştirdikleri işbirliklerini de yazmaya çalıştım. Çizim arşivleri ve çeşitli taslaklar sayesinde de hem zanaatkârın emeğini hem de ürünün ilk aşamalarından itibaren zihninde şekillenen estetik bakışı takip etmeyi kolaylaştırdığımızı sanıyorum.
Kitapta hangi dönemlerden söz ediyoruz? Kaç yüz yıllık bir serüven bu?
Osmanlı’nın kuruluşundan itibaren sultanların bu zanaata yaklaşımlarına ve üretilen objelere yer vermeye çalıştık. Aşıkpaşazade’nin bu dönemlere dair ifadeleri, Osmanlı’nın ilk dönemlerinde Bizans tekfurlarıyla aralarında altın-gümüş tepsi, ibrik gibi altın ve gümüş değerli eşyaların hediye edildiği rivayetlerine dikkat çeker. Kuyumculuk zanaatı her zaman değerli metal ticareti ve Darphane’nin para darbıyla bağlantılı olduğundan, Darphane-i Ȃmire’nin faaliyetlerini de ele aldık. Bu ilk dönemlere ait belge ve obje bulmak pek kolay olmadığından rivayetlerin öne çıktığı söylenebilir. 16. yüzyıldan itibaren obje-belge düzeyinde daha somut konuşmak mümkün olabiliyor. Evliya Çelebi’nin “Kuyumcu Süleyman” olarak andığı Kanuni, mücevhere düşkün olduğu için kuyumculuğun gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Kitabı Osmanlı dönemiyle sınırlamaya çalıştığımız için 20. yüzyılın başını dönüm noktası olarak tespit ettik. Ancak bir zanaatın tarihine ilişkin böyle kesin çizgiler çizmek anlamlı olmayacağından, Osmanlı kuyumculuğunun Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar uzanan bazı özelliklerine de değinmek durumunda kaldık.
Günlük hayatın çeşitli alanlarında kullanılan eşyalara da kendine yer buluyor sanırım mücevher. Hangi alanlarda nerelerde kullanılıyor?
Değerli metal ve mücevherler esas olarak zenginlik ve ihtişam göstergesidir. Bu yüzden de yollarını pek şaşırmaz ve yoksul semtlere uğramazlar. Onlara sultanların, zenginlerin ya da güçlü askeri figürlerin saraylarında, konak ve yalılarında rastlarız. Saraylarda, zengin ailelerin düzenlediği toplantılarda teşhir edilen taçlar, kılıçlar, pahalı mücevherler zaten bu amaçla üretilirler. Değerli metallerden yapılan eşyalar bir yandan da servetin korunması anlamına gelir. Altın-gümüş şamdanlar, avizeler, gülabdanlar, fincan zarfları, ayna çerçeveleri, tepsiler, tabaklar, tütün içmek için kullanılan çubuklar, asalar, mühürler, sigara- mücevher kutuları, saatleri buna örnek olarak sıralayabiliriz.

Bugün mücevherin yeri, işçiliği, kullanım alanları dikkate alındığında o dönem ile ne tür farklılıkları gözlemlediniz? En belirgin farklar nelerdi mesela?
Teknolojinin kuyumculuk zanaatına tesiri inkâr edilemez. Bu soru bana kitapta kullandığım bir fotoğrafı, 1950’lerde çıraklığının ilk yıllarında, Kapalıçarşı’daki Zincirli Han’da havagazı kullanmadan nefesle çalıştırılan üflemeli kaynak aletini kullanan Misak Oskanyan’ı hatırlattı. Teknolojinin getirdiği kolaylıklar üretim hacmini artırabilir ya da işin yapılış süresini kısaltabilir, dolayısıyla kitlesel üretim için önemli bir avantaj sağlar. Ama işin kalitesiyle ilgili tartışma daha farklı unsurları da kapsamak zorunda. Burada el ustalığı, estetik kabiliyet ve sanatçı ruhu daha ön planda bence. Teknolojinin gelişiminin önemli bir etkisini giderek artan sentetik taş kullanımında da görüyoruz. Burada kökleri Osmanlı mücevherciliğine uzanan, Osmanlı ve Mısır saraylarına mücevher işi yapan bir aileden gelen Hrand Djevahirdjian’dan ve teknolojiyi mücevherciliğe uyarlayarak çalışma sahasını çok farklılaştırdığı DJEVA firmasından söz edebilirim.
Kitapta sadece mücevherler değil Kapalıçarşı gibi yapılar da inceleniyor sanırım. Atölye ve dükkânlara dair ne tür bilgiler var?
Bu kitabın dayandığı üç sacayağından biriyle, kuyumculuğun emek süreciyle ilgili. Kuyumculuk belirli bir zaman ve mekânda gerçekleşiyor. Kuyumcu yeteneklerini, ruhunu belirli çalışma koşullarında ortaya koyuyor. Kapalıçarşı mücevher ve kuyum işlerinin teşhir edildiği dükkânlarıyla bilinse de içinde ve civarındaki hanlarda imalat da gerçekleşiyor. Deniz ve karadan kolay ulaşılabilir olması, güvenliğin daha kolay sağlanabilmesi sürecini de kolaylaştırıyor. Osmanlı arşivindeki pek çok belgeyi kullanarak içinde sarraf ve kuyumcuların faaliyet gösterdiği hanları, atölyeleri tespit etmeye daha kitabın ilk hazırlıkları sırasında karar vermiştim.
Ne kadar fotoğraf ve belge var bu kitapta?
Kitapta 2.500 fotoğraf, belge vb. görsel malzemeye yer verdik. Bunların içinde arşiv belgeleri, mücevher fotoğrafları, kuyumcu mühür ve imzalarının yanı sıra kuyumcu ailelerinin özel arşivlerinden temin ettiğimiz çok sayıda mücevher çizimleri de yer alıyor.