Faruk ŞÜYÜN
2012 yılında yayımlanan ilk romanı Bir Osmanlı Yazı’ndan sonra Marlene’in Yetimi, Terk Edilmiş Manalar Cenneti, Kudüs’ün Güvercinleri, Paylaşılamayan Cinayet, Bir Kadın Bir Cinayet isimli kitapları yayımlanan Melih Esen Cengiz’in yeni çalışması Tiraje, geçtiğimiz günlerde yine Altın Kitaplar etiketiyle raflarda yerini aldı.
Yazar Masaları’nda konuğum olan edebiyatçılarımızdan farklı olarak Melih Esen Cengiz’in yazı masası, çalışma odasında değil, gittiği farklı mekânlardaki kafelerde. Bu nedenle de kendisiyle çalışma mekânlarından birinde, Harbiye Hilton’un Veranda’sında buluşuyoruz. Kitaplarının büyük kısmını kafelerde yazıyor; evde çalışması gerektiğinde masayı değil, koltuğu tercih ediyor. Bir disiplin içerisinde masa başına en son, Darüşşafaka yıllarında geçmiş:
“Darüşşafaka’da etüt zili çalınca mecburen masamıza otururduk. Ne zaman mezun olup İktisat Fakültesi’ne gittim, çalışma biçimim benim ruhuma uygun olmaya başladı; evde divanda çalışıyor, kimi zaman yatağıma uzanıp devam ediyordum.”
Yazarlık dünyasını tetikleyen, çok genç yaşlarında başlayan sinema tutkusu oluyor. “Düşünün, haftada on film seyrediyordum. Bulabilsem, yirmi film seyredeceğim. İyi, kötü benim için fark etmiyordu” diyor.
Dışarıda, farklı mekânlarda çalışmayı tercih ettiği ilk yılları şöyle anlatıyor:
“1973-74 yıllarında yazdığım iki senaryoyu Yenikapı’daki çay bahçelerinde kaleme aldım. Ondan sonra da hep farklı mekânları tercih ettim, kendimi bir yerle sınırlı bırakmak istemedim.”
Ancak, hayallerinin kaynağı gittiği mekânlar değil, “Hayal dünyam filmlerin çok etkisi altında kaldı. Sanıyorum yaratabilmemi, yazabilmemi o filmlere, onların kurgularına, hikâyelerine borçluyum” diye anlatıyor.
Üniversite yıllarının sonuna doğru işletme okumak için Amerika’ya gidiyor. Enka’da üst düzey yönetici olarak 25 yıl kadar çalışıyor. Tabii ki bu yoğun iş hayatı içerisinde film seyretme ve yazı yazma neredeyse imkânsızlaşıyor, büyük bir kesintiye uğruyor.
“İş hayatı ile birlikte benim için yazı yazmak; teleks, faks, rapor yazmaya dönüştü, koptum” diyor ve devam ediyor:
“Enka’dan ayrıldıktan sonra kurduğum 1907 Fenerbahçe Derneği’nde (1 numaralı üyesiyim) çok büyük bir tarih çalışmasının başına geçtim, derledim ve yayımladım. Fenerbahçe’nin 100. yılı için hazırladığımız 45 kiloluk “Asr-ı Fener, Fenerbahçe’nin 100 Yıllık Tarihi” yurt dışında 2007 adet basıldı, dokuz TIR’la Türkiye’ye geldi.”
Toplum mühendisliği gibi duygu mühendisliğinin de olduğunu söylüyor Melih Bey, bunu uyandıran da hazırladığı Fenerbahçe kitabı:
“O kitap beni yeni duygularla tanıştırdı ki, benim kitaplarımı fişeklediler, fişekliyorlar diyebilirim. Merak ettiğim, bildiğim, ama ne olduğuna dokunamadığım hissedemediğim şeyler, yeni duygular; meselâ Tiraje’deki dilsiz ve sağır bir kızın hikâyesi. Bana diyorlar ki kitaplarında güçlü kadın figürleri var. Belki kadınların toplumda yaşadıkları sıkıntılara bir tepki. Tiraje, Marlene’in Yetimi’nde Otto’nun annesi, Terk Edilmiş Manalar Cenneti’nde Emma, Paylaşılamayan Cinayet’te Pertevniyal Sultan, Bir Kadın Bir Cinayet’te Gisela bunlar arasında.”
Fenerbahçe kitabı bitince, istediği yazma zamanına kavuşuyor. Bu arada kitapla aynı adlı bir
dokuz bölüm kadar süren bir televizyon programına başlıyor:
“Onun da etkisiyle aklıma bir şey takıldı: Sporda kardeşlik konusu. Gerçek olaylar dizisinden ilham alarak onu işlediğim ilk kitabım Bir Osmanlı Yazı’nı 2011 yılında yazdım.”
Tabii ki yine dışarıda çalışıyor:
“Dernekte bir kafe-lokantamız vardı. Daha çok onun masalarında elle, defterlere yazdım. O dönemde ben okurdum, arkadaşlarım bilgisayara geçirirdi. Bugün buluştuğumuz Hilton da yazdığım yerlerden birisi, benim için özel bir anlamı da var; 1972 yazında burada Lalezar Bar’da bar-boy olarak çalışmış, bu otelde evlenmiştim.”
Sabahları roman, öğleden sonra senaryo çalışıyor. Akşamüzeri de hayal zamanı. Önce hayal kuruyor, sonra hikâyeyi onun üzerine çatıyor. Hayallerinin yüzde 80’i de farklı mekânlarda: “Benim küçük defterlerim vardır kafelerde otururken notlar alırım. Onlarda üç roman konusu var şu anda. Ama yazıp yazmayacağımı bilemiyorum. Sadece bir cümlesini yazdığım tarihle ilgili bir konu var. Çok sinir bozucu bir hikâye, becerir miyim, beceremez miyim kendi ruhum kaldırır mı? Bilmiyorum.”
Dolmakalemleri var, ama çalışırken kâğıt üzerinde çabuk kayan kalemleri tercih ediyor. Bu nedenle kurşun kalem ya da tükenmez kullanmıyor. Konularında tarihten faydalanıyor, “ama yazdığım hiçbir roman tarihi roman değil; tarihi romanın gerçek bir öyküsü vardır. Ben tarihi arka planda, benim kurguma faydalı olacak bir şekilde kullanıyorum” diye anlatıyor.
Bir kitabın hayal edilip yazılması en az bir buçuk yıl. “İnsanın aklı ruhu, nasıl tanımlarsanız hep karşılıklı iletişim içinde ya da irtibatlı diyelim duygu bilgi alışverişinde. Bazı insanların iç dünyaları küçüklükten itibaren çok gelişiyor, acılar çekiyorlar; gençlik yıllarını çok kitap okuyarak geçiriyorlar, çok fazla bilgi ve duygu donanımına sahip oluyorlar… Benimse kitap yazarken en büyük kaynağım, çeşitli bilgi ve duygularla çatacağım hikâyeler oluyor. Bunun da yansıması birbirinden çok farklı romanlar yazmamı sağlıyor” diye anlatıyor kitaplarındaki konu çeşitliliğini.
Son kitabı Tiraje, sohbetimiz boyunca önümüzde, masanın üzerinde. Hüzünlü, siyah beyaz Yeşilçam dönemine uygun bir öyküsü var. “Dilsiz ve sağır bir kızın hikâyesi” olduğunu tekrar vurguluyor Melih Bey ve devam ediyor:
“Benim baba tarafımdan memleketim olan Karadağ’da başlıyor, İstanbul adalarından birinde devam ediyor. Önce bir bireyin kendi kararlılığıyla hayata tutunması, ikincisi öğretmenlerin her zaman haklı olmadığı, üçüncüsü de arka planda o dönemde Türkiye’nin yaşadıkları yer alıyor.”
Melih Esen Cengiz’le önümüzdeki haftalarda başka bir mekândaki başka bir yazı masasında buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Çok merak ediyorum yeni kitabının yeni konusu ne olacak?