Yasemin SALİH
Amerika, başarı hikayelerini sever. Hatta kimilerine göre ülkede siyasetten ekonomiye, sinemadan sağlığa kadar akla gelebilecek her alanda gündem, bu hikayelerin etrafında kurgulanıyor.
Hikayesi olan kazanıyor, hikayelerin kahramanları; ucundan kıyısından bir şekilde dahil olanlar ise hızlıca yükseliyor. Bu nedenle Küçük İşletmeleri Destekleme Kurumu (SBDC) gibi kuruluşların açıkladığı en iyi hikayeler çok önemli. Ve SBDC “2022’nin Başarı Hikayesi” olarak henüz beş yıl önce kurulan bir markayı anons edeli, henüz birkaç hafta oldu. Yılın hikayesini yazan ise ülkedeki kahveseverlerin yakından tanıdığı, nam-ı diğer Turkish Coffee Lady; Gizem Şalcıgil White idi.
Kahve gibi İtalyan ve Latin Amerika etkisinin büyük olduğu bir alanda Amerika’da yılın başarı hikayesini yazmak hiç kolay bir iş değil. İşte biz de Türk Kahvesinin Leydisi Gizem Hanım ile bu zor yolculuğu konuştuk…
Aslında müthiş bir CV var burada. Finans disiplini, üzerine küresel iletişim yüksek lisansı. Washington Büyükelçiliği’nde önemli görevler derken bu girişimcilik virüsü nasıl bulaştı?
Bu aslında bir süredir beni cezbeden bir şeydi. Yüksek lisansım sırasında İsrail Turizm Müşavirliği ile markalaşma strateji üzerine çalışırken, birçok ülkenin 50 yıl sonraki itibarlarını planladıklarını fark ettim. Biz ise o yıl kaç turist gelir gibi kısa vadeli işler konuşuyorduk. Washington’da bir yerde fotoğraf satıyordum, biri gelip aksanım nedeniyle nereli olduğumu sordu. Sonra da “Türkiye, Massaçusets’in neresinde” diye sordu. Şok oldum. Ülke markalaştırmanın alt elementleri vardır. Futbol, sinema gibi. Mutfak da bunun önemli bir unsuru. Bir grup girişimci arkadaşla bir şeyler yapalım ama Türkiye’ye Türkiye aşığı Amerikalılara anlattıralım dedik. Turkayfe adında bir platform kurduk. Washington Büyükelçiliği’nde basın müşaviriydim. Türk kahvesiyle ilgili bir etkinlik yapalım dedim. 2011 yazında New York’ta bir etkinlik yaptık, yer kalmadı. İkincisini Washigton’da yaptık. Büyük ses getirdi.
Peki, bu süreçte Türk kahvesi üreten markalar size destek verdi mi?
Kesinlikle. Washington’da bir etkinlik vardı. Her ülke araçları giydirip, kendini tanıtıyordu. Ben de Kurukahveci Mehmet Efendi’ye gittim. “Sen kadın başına kamyonla ne yapacaksın” gibi cümlelerle önce şaşırdılar ama sonra “Ne istersen yap, arkandayız” dediler. İşten ayrıldım. Kağıda çizdiğim bir Türk kahvesi tanıtımı yapan kamyonu, üç haftada 10 bin dolar gibi bir bütçeyle hazır hale getirdik. 20 kişilik bir gönüllü ordusuyla gastrodiplomasi projemizin ilk adımını attık. Amerikalıya “free” ve “coffee” deyince akan sular durur. Kamyonun önünde uzun kuyruklar oldu. Kahve öyle bir ortak dil ki, ne yaptığınız önemli değil. İnsanları topluyor. Düşünün günde 400 milyon adet kahve tüketiliyor. 100 milyar dolarlık dünya kahve pazarının 50 milyar doları Amerika’da. Global pazarın kısa sürede 250 milyar dolara çıkması bekleniyor. Türk kahvesi bu pazarda çok güçlü olabilir.
İtalyan ve Amerikan markaları pazarda çok güçlü. Türk kahvesinden hikaye yaratmak bu ülkede nasıl mümkün oldu?
Bundan daha doğal bir şey olamaz. Burada benim argümanım dünyanın ilk kahvehanesinin 1854 yılında Türkiye’de kurulmuş olması. Bu kültür dünyaya Türkiye’den yayılmış. Bana dediler ki, “Ama Türkiye’de kahve yetişmiyor.” İyi de İtalya’da mı yetişiyor. Dünyaya espresso içiriyorlar. Türk kahvesinin 500 yıllık geçmişi var. Daha sağlıklı bir ürün.
Yılın başarı hikayesi seçilmek ilk ödül mü?
Hayır elbette değil. Birçok platformda dikkat çektik. Ama özellikle kıymetli olanlar var. Örneğin gastrodiplomasi terimini ortaya atan Poul Rockewer, bizi örnek vaka seçti. Kamyonla Türk kahvesi satarak Amerika’yı dolaşmamız viral proje oldu. Washington Post, bana Turkish Coffee Lady adını verdi. O sırada THY’de çalışıyordum. Yıllık iznimde Avrupa’yı bu kamyonla dolaştım. 2016’da Kanada’yı kamyonla dolaştım. Bu sırada anne oldum. Dünya Bankası’nın Kadın Güçlendirme Programı’na katıldım. Hollanda turu sırasında ortağımla tanışmıştım.
Bir de geniş çaplı bir kadın girişimci hareketi başlattınız. Bunun da etkisi oldu mu, yılın başarı hikayesi seçilmenizde?
Evet, elbette oldu. Ticarete atılmak sosyal gönüllü olma refleksimi azaltmadı. Tam tersine kadınların girişimcilik dünyasında ne kadar zorlandıklarını daha yakından gördüm. Mart 2020’de vakfı kurdum. Turkish Coffee Lady Foundation adıyla kuruldu. 35 kadın yer alıyor vakıfta. İki yıldır Washington belediyesi ile yakın çalışıyoruz. Belediye başkanı, 5 Aralık’ı Türk Kahvesi günü olarak kabul eden beyannameyi kabul etti. Bunun üzerine Times Square’de çalışmalar yaptık. Türkiye belgeseli çektik. 12 Eylül’deki kahve zirvesinde göstereceğiz. Daha sonra Aziz Sancar Vakfı’na gidecek. Oradan da dünya turuna çıkacak. Vakıf çalışmaları kapsamında Manisa’da Karaoklar Çiftliği ile çalışıyoruz. Ürünler yapıyoruz. Satışların yüzde 5’i Türkiye’ye aktarılacak. Gerisi ile ABD’de kadın girişimcilere eğitim verilecek. Biden hükümetinden 215 bin dolarlık hibe aldık. Bir kültür evi projesi yaptık. Sırada Amerika’daki Türk kadın girişimcilerin satış yapabilecekleri bir platform kurmak var. Ayrıca vakfın Türkiye ayağını da kurmak istiyoruz.
KEMOTERAPİ ALIRKEN TÜRK KAHVESİ BENİ AYAKTA TUTTU
Ne gibi aksilikler yaşandı bu hikayede? Birçok aksilik oldu ama hepsini aştık. İlk dükkanımı açtığımda kızım 1,5 yaşındaydı. Hayallerim gerçek olmuştu ama meme kanseri teşhisi konuldu. Türkiye’ye geldim. Tedavi oldum, döndüğümde bu kez de pandemi başladı. Kemoterapi aldım. O zor süreçte beni ayakta tutan tek şey Türk kahvesi oldu. Hemen online tarafta kolları sıvadık. Antalya, Zeugma, Kapadokya gibi isimler verdiğim kahve harmanlarımızı satışa çıkardık. Şu anda Alibaba, Amazon gibi platformlarda satılıyor.
EN ÇOK MARDİN SATILIYOR
Peki kahvede trend ne yönde, örneğin sizin en çok hangi ürününüz çok satıyor? Kahvelerimizi Osmanlı Kahvecisi üretiyor. 30 bin adet ürettik. 100 gramlık paketler 7,99 dolardan satılıyor. Dükkanda ise bir fincanı 4,50 dolara satıyoruz. En çok Mardin adındaki harman seviliyor. Bunun içinde süt, keçiboynuzu, sahlep, damla sakızı var. Resmen tüketiciye Mardin yetiştiremiyoruz.