Yasemin SALİH
Uçakta, sahilde, otelde, restoranda, otobüste, metroda… Özellikle yaz gelip de yaşam evlerden sokaklara taşınca daha çok dile getirilir oldu “mülteciler”. Turist ile mülteci ayrımının doğru yapılamaması bazen tansiyonu yükselten sonuçlar da doğuruyor. Baskı arttıkça toplumdaki “göçmen” algısı, “mülteci karşıtlığı” gibi tehlikeli bir sosyal riske dönüşüyor.
Birleşmiş Milletler Uluslararası Göç Örgütü’nün Temmuz 2022 verilerine göre Türkiye’de 6,05 milyon mülteci var. Yani mülteciler nüfusun yüzde 7,2’sini oluşturuyor. Bu insanlar çeşitli nedenlerle yer değiştirmek zorunda kalan göçmenler. AVM ya da ünlü alışveriş caddelerinde görülen, aynı dili konuşan turistlerden farklı bir yolculukları olduğunu unutmamak gerekiyor.
Türkiye’deki mültecilerin 3,6 milyonu Suriyeli. Afganistan, Türkmenistan, Filistin, İran, Irak gibi farklı ülkelerden mültecilerin son dönemde yoğunlukla tercih ettikleri bir ülkeyiz. 2021 itibarıyla farklı ülkelerden gelen 330 bin kişi Türkiye’ye iltica başvurusunda bulunmuş ve 1 milyon mülteciye de oturma izni verilmiş. Resmi rakamlara göre Ekim 2020 itibarıyla 414 bin Suriyeli de gönüllü olarak ülkesine dönmüş.
Özellikle pandemi sonrasında zaman zaman sert tepkilerle dile getirilen mülteci konusunu, Koç Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Sosyoloji Bölümü Öğretim üyesi Dr. Ayşen Üstübici ile konuştuk. Uluslararası seviyede mülteci araştırmalarıyla tanınan Dr. Üstübici meseleyi sosyal patlama riski olarak değerlendirenlerden…

Göç neden artıyor?
Çünkü dünya artık birbiriyle daha bağlantılı. Sorunlar ve hayatta kalma savaşı göçü besliyor. Bazı ülkelerde göç kültürü diye bir şey var. Örneğin Fas’ın belli bir kasabasında herkes yurtdışına gittiği için geride kalanlarda “Ancak göç ederek hayatta kalabilirim” algısı yerleşmiş durumda. Diğer yandan yapısal nedenler de söz konusu. Ekilebilir alanların azalmasıyla insanlar kentlere gidiyor. Bagladeş buna çok iyi bir örnek. Okyanus seviyesi yükseldikçe pirinç ekilen alanlar azalıyor ve insanlar Dakka’ya gidip iş buluyor.
Peki, göç bir az gelişmiş ülke meselesi mi?
Öyle gibi görünüyor ama bu yanlış. İklim değişikliğinden ilk etkilenen yerler gelişmekte olan ülkelerin kentleri. Bu kentlerde tansiyon giderek yükseliyor. Çok büyük bir eşitsizlik var. Aslında iklim değişikliğine asıl neden olanlar gelişmiş ülkeler ama bunun olumsuz sonuçları, gelişmekte olan ülkeleri vuruyor.
Gelişmiş ülkelere de büyük bir göç isteği söz konusu?
Evet, gelişmekte olan ülkelerde artan tansiyon insanları gelişmiş ülkelere yöneltiyor. Ancak pasaport ve vize sorunu var. Bunlara erişim kısıtlı. Bu nedenle topraklarını satıp insan kaçakçılarına para veriyorlar.
Sizce dünyada göç algısını değiştiren kırılma noktası neydi?
2015-16 dönüm noktasıydı. İnsanlar Aylan Kurdi’nin (Aylan bebek) kıyıya vuran görüntüsüyle sarsıldı. Bu imaj, 1951’den kalma Cenevre Konvansiyonu’nun göçmenlere bir koruma sağlamadığını ortaya koydu. Bizim “koruma” dediğimiz çerçeve defolu. Bu, Avrupa’da 40 milyon insan yerinden edilirken konulmuş bir koruma. Özetle göçmenlere diyor ki; “Ya gittiğiniz ülkede vatandaş olursunuz ya üçüncü bir ülkede hayata tutunursunuz ya da ülkenize geri dönersiniz.” Bugün üç seçenek de tutmuyor. Geri dönüş neredeyse mümkün değil. Mültecilerin yüzde 85’inden fazlası gelişmekte olan ülkelerde. O ülkeler de ya Cenevre imzacısı değil ya da uygulayamıyorlar. Üçüncü ülkeye yerleşme konusunda ise kotalar azaldı. Örneğin Amerika’da kota yarı yarıya düşürüldü. Kotaların azalması o ülkeye yerleşecek ailenin ortalama 25 yıl boyunca mülteci kalması demek. 2015’te Aylan bebek ile bunun sürdürülemez olduğu idrak edildi.
Ne yapılması gerekiyor? Aylan bebek ile gelen bu idrak, neyi değiştirdi, değiştirecek?
Bütün ülkeler yerinden edilen insanlara karşı sorumluluk hissetmeli. Bu sorunun çözümü için işbirliği yapmalı. Yükün paylaşılması gerekiyor.
Peki, bütün göçler zorunluluktan mı?
Hayır elbette ama isteğe bağlı göçte de sorun var. Vizeler, sınırların kapatılması büyük problem. Bunun için Nisan 2016’da New York Deklarasyonu imzalandı. Düzenli, güvenli, onurlu göçün nasıl olması gerektiği konuşuldu ve iki göç mutabakatı ortaya çıktı. İkisi de insan onuruna yakışan göçü hedefliyordu. Yine de bir yere varılamadı. Bunun nedeni gelişmiş ülkelerde sağ görüşlü ve göç karşıtı partilerin güçlenmesi.
Türkiye çok farklı bir örnek. Müthiş bir artış var. Bu da sokakta, sosyal hayatta farklı seslerin yükselmesine neden oluyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ciddi bir göçmen karşıtı dalga var. Özellikle Suriyeli göçmenler bağlamında. Hastaneler gibi belli yerlerde öne geçmeleri vs. sorun oluyor. 3,6 milyon göçmenin barındığı bir ülkede bu tip söylemler tehlikeli. Sosyal patlamaya neden olabilir. Dikkatli söylemler gelmeli. Aslında Türkiye göç karşıtı söylem furyasına geç katıldı. Son 6-7 aydır yükseldi. Siyaset içinde bunu besleyen unsurlar var. Sosyal sonuçları umursanmadan mülteci meselesi üzerinden siyaset yapılıyor.
Herkes “Ne zaman gidecekler” sorusunun yanıtını arıyor. Yanıt?
Evet, belli bir açıdan bakınca bu sorulabilir ama neden gitsinler? Herkes bir ülkeye yerleşiyor. O insanlar da birey. Onların da hayattan beklentileri var. Bizim “Ne zaman gidecekler” yerine “Entegrasyon nasıl olmalı” diye sormamız gerekiyor. Entegrasyon çat diye olmaz. Bazı hatalar var. Büyük bir grup olarak yerleşiyorlar, tanıdıklarının yanına geliyorlar. Stratejik olarak dengesizlikler var. Belli illerde mülteci nüfusun yarısından fazlası Suriyeli. Bunu baştan kontrol etmemiz gerekiyordu. Avrupa’da olduğu gibi her bölgenin belli kotası olması gerekiyordu. Toplu hareketler sorun yaratır. Çünkü dil öğrenmeleri, yerleşik topluma dahil olmaları zorlaşır. Avrupa’da herkes bilir; mülteci entegre olmaya gelir. Bizde öyle değil. Bu da mülteci karşıtlığını körüklüyor. Kötü olan her şey mültecilerle özdeşleştiriliyor. Kötüleşen yaşam şartlarıyla mülteciler arasında nedensellik kuruluyor. Oysa vatandaş 1 TL fakirleşiyorsa mülteci 3 TL fakirleşiyor. Körfezden gelen, para harcayan kişilerle mülteciler bir tutulup ırkçılık yükseltiliyor.