Fatoş BOZKUŞ
Pandeminin başladığı ilk aylarda, 15 yıldır görev yaptığı Esas Holding’in perakende alanındaki yatırımı Ayakkabı Dünyası’nın CEO’luğunu üstlenerek çok yoğun bir iş temposuna giren Gürkan Ergenekon için tek değişiklik bu olmamış. Radikal bir değişiklik yaparak son yıllarda atıl durumda bulunan Sapanca’daki evlerini dört mevsim yaşanacak şekilde düzenleyen Ergenekon’un, genelde arkadaş buluşmaları, dernek ve kulüp toplantıları, spor karşılaşmalarına ayırdığı akşamlarını da artık film, müzik, pul ve para koleksiyonu doldurmaya başlamış. Koyu bir Fenerbahçe taraftarı, tutkulu bir hayvansever, iyi bir koleksiyoner olan ve bugüne hayatındaki tüm programları Fenerbahçe’ye göre yaptığını söyleyen Ergenekon ile Hafta okuyucuları için keyifli bir söyleşi yaptık.
Pandemiyle birlikte iş-yaşam dengesini sağlamak iyice zorlaştı. Siz bu dengeyi sağlayabildiniz mi?
Benim hayat felsefem; hayatın dostlarla güzel olduğu ve her mevki, makam ve imkanın gelip geçici olduğudur. Bu açıdan iş-yaşam dengesine her zaman çok dikkat ediyorum. Bu süreçte sosyal yaşamımız herkesinki gibi etkilendi. Yine de bu konuda çok sıkıntı yaşamadık, gerekli önlemlerle dengeyi ailece yakaladık. Birbirimize dokunamasak da teknoloji sayesinde sık sık birbirimizi uzaktan gördük, sohbet ettik.
Beslenme ve uykunun önemini de fark ettiğimiz bir dönemdi pandemi. Sizin bu iki konuda rutinleriniz neler?
Pandemide alışkanlıklarınız değişti mi? Beslenme konusunda kendime oldukça dikkat ederim ancak beslenme rutinimde bir değişiklik yapmamış olmama rağmen hareketsizlik yüzünden birkaç kilo aldım. Yıllardır günde 5-6 saat uyurum, pandemide de sabah 6’da kalkıp erkenden işe gitme rutinim hiç değişmedi. Tatil günlerinde ise hava güzelse erkenden yürüyüş yapıyorum, parklardaki kedi ve köpeklerimi sevip besliyorum.
Pandemide evde çok zaman geçirdik. Herkes ya evini değiştirdi ya da evinin içini. Siz bu süreçte bir değişiklik yaptınız mı?
Ailece radikal bir değişiklik yaşadık. Yazları Bodrum’da geçirmeye başladıktan sonra yıllardır atıl durumda bulunan Sapanca’daki evimizi 4 mevsim yaşanacak şekilde düzenledik. Hafta sonları ve kapanma günlerinde tabiat ile iç içe, özgürce yaşama şansı bulduk. Orada en üst katta büyük bir arşiv odam var, Fenerbahçe’nin son 40 yılı ve Türkiye’nin siyasal hayatı ile ilgili önemli gördüğüm haberleri ve yazıları orada saklıyorum. Bunlar, benim için hoş zaman geçirme vesilesi oldular.
Sizin koyu bir Fenerbahçeli olduğunuzu biliyoruz. Pandemi döneminde maçlara gidebildiniz mi?
Fenerbahçeliliğim babadan oğula geçen tarifsiz bir aşk… Bu aşk ile tanıştığım 1970’li yıllarda ilkokulu okuduğum İzmit’te yaşarken, televizyonda fazla maç yayını olmadığı için en büyük heyecanım babamla birlikte radyodan Fenerbahçe’nin maçlarını dinlemekti. En büyük hayalim ise bir gün İstanbul’da Fenerbahçemizin maçına gitmekti. 1977 yılında babam beni İnönü Stadı’nda oynanan Trabzon maçına götürdüğünde inanılmaz mutlu olmuştum. Bir de 1976 Deprem Kupası’nda Galatasaray’ı 6-1 yenerken babamın omuzlarından inmemiş, evde televizyon karşısında tur atmıştık. Pandemi sonrasında da koşullar elverdikçe maçlara gittim, tabii gerekli sağlık önlemlerini alarak... Ancak spor karşılaşmaları taraftarların yarattığı ambiyans ile güzel, boş tribünlerin hiç zevkli olmadığını belirteyim.
Sadece taraftar değilsiniz, kulüpte yönetici olarak da görev aldığınızı biliyoruz…
25 yıldır gerek taraftar derneği gerek kulüp bazında görev aldım. 2018-2021 döneminde 3 yıl boyunca Fenerbahçe Spor Kulübü Disiplin Kurulu üyeliği yaptım. Öyle bir dönem oldu ki kulüp içi tartışmalardan kaynaklanan şikayetleri değerlendirip kulüp için çok önemli kararlara imza attık. ‘3 Temmuz 2011 Fenerbahçe’ye Kumpas’ sürecinde ise Sarı-Lacivert Derneği 2. Başkanıydım. Atatürkçü Cumhuriyet ve Fenerbahçe değerleri adına müthiş bir duruş sergiledik. 2007 yılında tüm branşlarda Fenerbahçe şampiyon olurken derneğimizin 100. yıl komitesinde görev aldım. Hayatımdaki tüm programları bugüne kadar Fenerbahçe’ye göre yaptığımı söyleyebilirim. Fenerbahçe büyük bir aile ve bunun hem özel hem iş hayatına çok güzel yansımaları oluyor, müthiş bir sosyalleşme unsuru...
Ailece farklı ülkelere seyahat etmeyi sevdiğinizi biliyoruz. Ne sıklıkla seyahat edersiniz?
Pandemi hayatımıza girene kadar ailece her yıl daha önce gitmediğimiz ülkelere mutlaka seyahat ediyorduk, en az 2 gezi planlıyorduk. Ancak pek çok insan gibi biz de bu seyahatlere ara vermek zorunda kaldık. Bunun haricinde yurt içinde fırsat buldukça geziyoruz. Müze gezilerine de mutlaka zaman ayırıyoruz.
Bugüne kadar kaç ülkeye gittiniz?
En çok etkilendiğiniz ülke ve şehir hangisi oldu? Şimdiye kadar 41 ülkeyi gezme fırsatımız oldu. Ailece seyahat rotamızı belirlerken farklı kültürleri ve doğal güzellikleri görüp yaşamak en büyük önceliğimiz. Kenya’daki safari gezimiz de bu açıdan unutulmaz. Vahşi doğa, televizyondakinden o kadar farklıydı ki... Hele tüm dünyada erozyondan dolayı ekilebilir toprak kalınlığı giderek azalırken Nairobi - Masai Maara yolunda toprak kalınlığının 2-3 metre olduğunu rehberimiz gösterince çok şaşırdık. Doğaya çok daha fazla saygı duymamız gerektiğini anladık. 2008 yılında ise Hatay’dan Suriye-Halep’e gittiğimde sokaklarda gördüğüm manzaralardan çok etkilendim. “Bir sınır geçildiğinde her şey bu kadar mı değişir” dedim ve Hatay’a tekrar girerken Atatürk’ün ruhuna bir kez daha dua okudum.
Siz hayvansever yönünüzle de tanınıyorsunuz. Her zaman bagajınızda mama bulunurmuş…
Eşim, oğlum ve kızımla birlikte, arabasının bagajında her zaman tüylü dostlar için maması olan, kapanma günlerinde sokaktaki dostlarımızı beslemeyi ihmal etmeyen bir kişiyim. Geçtiğimiz yılın ocak ayında 12 yaşındaki Labrador cinsi tüylü oğlum Maskot’u kaybetmiş olmak bu duygularımı daha da artırdı. Maskot ailemize katıldıktan sonra dedik ki sadece Maskot değil, tüm tüylü dostlar can ve onlar için de arabamızda ve evimizde mama bulundurmaya başladık.
Peki, şu anda evde tüylü bir dostunuz var mı?
Geçtiğimiz yaz Bodrum’da bulup 2 defa ameliyat ettirdiğimiz yavru kediyi dayanamayıp sahiplendik, Lokum Furby 3 bacağıyla evimizin yeni neşe kaynağı oldu. O kadar doğru bir iş yapmışız ki Maskot’un yokluğuyla hüzne bürünen ailemiz yeniden evdeki eski neşesine kavuştu.

PARA VE PUL KOLEKSİYONU VAR
Gürkan Ergenekon, 1970’li yılların ortalarında, 7-8 yaşlarındayken babasının yurt dışı seyahatleri sonrasında bana verdiği madeni paraları biriktirerek başlamış. Pul koleksiyonculuğuna ise halasının ortaokuldayken hediye ettiği pul defteriyle başlayan Ergenekon, bu merakıyla ilgili şunları anlatıyor: “Para koleksiyonumda neredeyse tüm dünya ülkelerine ait 6.000’den fazla madeni para mevcut. Türkiye Cumhuriyeti pulları ve ilk gün zarfları koleksiyonumda ise 1921’den itibaren başlardaki birkaç seri hariç olmak üzere tüm pullar ve doğum tarihim olan 1967’den itibaren tüm ilk gün zarfları var. Bu arada belirtmek istiyorum ki ‘efemera koleksiyonu’ olarak adlandırılan telefon kartları, kibrit kutuları, maç biletleri gibi değişik objelere ait koleksiyonlarım da bulunuyor. 1977'de İstanbul’a geldikten sonra Beyoğlu Galip Dede Caddesi ve Beyazıt’taki dükkanlar sayesinde koleksiyonumu genişlettim. İş hayatına atıldıktan sonra da gerek Türkiye’de gerek yurt dışında koleksiyonlarıma yeni parçalar katmaya devam ettim. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti kuruluş dönemindeki 1. Adana, Sivas Demiryolu, Kadınlar Kongresi gibi zor bulunan pulların çok temiz serilerini koleksiyonuma katmak istiyorum. Para koleksiyonum için de özellikle Afrika’nın sömürge dönemine ait paraları araştırıyorum.