Faruk ŞÜYÜN
Vecdi Çıracıoğlu bilgisayar kullanmıyor “çünkü bilgisayarın bir dayatması var, içindeki yazılımlara uymak zorundasınız. Kalemle yazmak, insanın şahsına özel bir şey. Dolayısıyla ben; kurşun kalem, tükenmez ve dolmakalemle yazarım” diye söze başlıyor.
Her yazarın masasında kalemler vardır, ama onun kurşun kalemleri sivri ve uzun açılmış:
“İstanbul Teknik Üniversitesi Metalurji Bölümü öğrenciliğimdeki teknik resim çizimlerimden itibaren kalemi hep böyle açarım, bu kadar sivri ve uzun olmasına rağmen ucunu hiç kırmadan yazarım. Ona çok nazik davranırım, çünkü kurşun kalem benim için şiirdir. Onu kırarsam, sanki Orhan Veli’yi kırmış gibi hissedeceğimdir.”
Kalemlerle edebiyat dallarını, hatta sporu benzetiyor:
“Kurşun kalem benim için şiire tekabül eder, kısa mesafe koşusudur; tükenmez kalem öyküdür, çünkü hercaidir. Hele ucuz kullan at tükenmez kalemlerle yazması çok kolaydır, teksir kâğıdı üzerinde çok iyi kayarlar. Orta mesafeli bir koşu gibidirler. Hızla yazar, kafanızdan geçenler bir anda kayda geçebilirsiniz. Dolmakaleme gelince uzun solukludur, mürekkebi bittikçe doldurursunuz. O da romana tekabül eder, maraton gibi bir koşuyu temsil eder.”
Peki kalemlerini nasıl seçiyor?
“Yazının tipine göre. Yazının içeriği ve kâğıdın uyuşması, birbirlerini sevmesi lâzım. Mühendislik gibi bakarsan motorlardaki gömleğe benzer; gömleğin içindeki metalografik yapıyla pistonun içindeki segmanların metalografik yapısının birbirine uyması lâzım ki aşınma olmasın, motor bozulmasın. Yazının da bozulmaması için bunlar şart diye düşünüyorum.”
Ya kâğıt?
“Kâğıdın cinsi de önemlidir, kalem ucunun kalınlığı da. Ben solağım, ama yazarken kalemi düz tutarım. Benim için yazarken önemli üç unsur kalem, defter ve kâğıttır. Eski kâğıtlar daha da önemlidir. Sahaflara gider çok eski kâğıtlar bulur, onları defter haline getirip ciltlerim.”
Gelelim yazı masasına:
“Masa önce insanın aklıdır, bellektir. Aklında yazar insan. Bir öyküyü beş sene altı sene düşündüğüm olmuştur. Onu kaleme aldıktan sonra en az üç ay bekletir, tekrar bir bakarım.
İkinci masa, insanın taşıdığı not defterleridir. Çünkü akıl masasından geçen şeyler çok çabuk kaybolur. Aklınıza gelen bir şeyi hemen not etmek için de defteriniz olması lâzım.
Metni bilgisayara geçeceğim zaman ise fiziki bir masa ve üzerindeki modern aygıtlar gerekir.”
İlk masasını hatırlıyor mu?
“Annemin Minerva marka dikiş makinesiydi. Mühendislik nedeniyle yazmaya başlamadan önceki hayatım hep artı sonsuzlar eski sonsuzlarda geçti, evde bir çalışma masam yoktu. Yazmaya başladıktan sonra odamda duran ve kullanılmayan Minerva marka makinenin ahşap kabinini masa olarak kullandım. Yüksekliği çok düşüktü, bacaklarım altına girmiyordu. Fakat orada yazmak zorundaydım.
İdeal çalışma masası 75 cm civarında yükseklikte olmalı. Çünkü eliniz ve kolunuz uyumlu bir biçimde o yükseklikte çalışır, hızlı yazabilirsiniz.
Yazmaya başlamadan önce masayı mutlaka silerim. Çünkü o, benim tiyatro sahnem gibidir. Her şey yazarken gözlerimin önünde kıpır kıpır oynamaya başlar.
Söylediğim gibi o makinenin masasını kullandım ta ki o göbeği çökene kadar… Miadı böylelikle dolunca yeni bir masa aldım.”

Yazdı, bilgisayara geçti, sonra?
“Çıktısını alırım. Artık yazdıklarımda güreşte olduğu gibi arkaya geçip puan alacağım zaman gelmiştir. Çünkü, ilk başladığım zamanlar yazı benim arkama geçip puan almış, beni zor durumlara sokmuştur.
Basılı sayfaları ya yatağın üzerine sererim ya da gardırop kapaklarına yapıştırırım. Orada düzeltmeler yapar, onları bilgisayara geçiririm. Eskiden daktilo ile yazarken sayfaları bisturi ile kesip yapıştırıyor, oradan temize çekiyordum. Bilgisayar büyük kolaylık oldu.”
Gelelim masanın üzerindekilere:
“Rahleyi kendim yaptım, biraz marangozluğum vardır. Bir kitaptan yazı alıntılayacaksam yukarıdan bakmak çok zor olduğu için rahle kullanır, arada arkadaşlarım için de yapıp hediye ederim.
Gördüğün kemer, esasında ressamlar için. Bellerine takıp fırçalarını koyuyorlar. Ben, kalemlik olarak kullanıyorum. Çok hoşuma gittiğinden almıştım.
Kutudaki küçük kalemleri bir yaş günümde bir okurum hediye etmişti. 20 senedir masamda duruyor, açmadım, kullanmadım.”
Arkadaki raflarda duranlar?
“Timsah, Afrika’dan geldi, hediye. Ağaç, tanıdığım, âşık olduğum yerlerden biri, kitap yazdığım, kışları kaldığım Amasra’da denizden gelen bir dal parçası, benim için çok önemli.
Mürekkepler için ocak başından kurum tedarik eder, onları daha ince dövüp asetonla falan karışımlar yapar, biraz da normal piyasadaki mürekkeplerden katarım. Bazen başarısız oluyorum, onlar da çok güzel ıstampa mürekkebine dönüşüyor. Hazırladığım mürekkepleri gördüğünüz gibi küçük cam şişelere koyuyor karşısına geçip seyrediyorum. Tabii ki kullanıyor, yazar arkadaşlara da veriyorum.
Hokka ise abanoz ağacından ve 200 yıllık…”
Masanın üzerindeki defterlerle bitirelim:
“Yazılmamış tonla defterim var, çoğuna yazamayacağım. Zaten ömür yetmez onları doldurmaya, ama alıyorsun gene. Kalem de öyle bir şey. Yurt dışına giden arkadaşlarıma defter siparişi veriyorum. Meselâ şu defter Hindistan’dan geldi. Bitkiden yapılmış, içinde nasıl doğa dostu olduğunu anlatan bir broşür var. Ona yazmaya tabii kıyamıyorum. Öyle duruyor masamda.
Bırakacaklarımızı bizden sonrakiler nasıl değerlendireceklerse değerlendirecekler!”
Teşekkürler sevgili Vecdi…