Elçin Poyrazlar yazar kimliği yanında aynı zamanda usta bir gazeteci. Doğan Kitap’tan geçen hafta yayımlanan Gölgenin Eli kitabını “Bir uçta baba kız romanı, diğer uçta tarihin arka planına ışık tutan siyasi bir roman. Bir yanıyla da bugün ülkede yaşanan çürümeye dokunan, toplumcu gerçekçi bir metin” diye tanımlıyor. Bu topraklarda suça dair çok fazla malzeme olduğunun da altını çizen Poyrazlar, “Gerçek, kurguyu katmer katmer aşıyor” diyor…
Başkomiser Suat Zamir’in tüm maceralarına şahit oldum ama bu kez başkaydı. Siz de böyle hissettiniz mi? Bu kitabı yazmak, seri ilk başladığında planların içinde miydi?
Böyle düşünmenize sevindim. Çünkü bu romanın bende özel bir yeri var. Romanın kahramanı Suat Zamir’in en kişisel macerası Gölgenin Eli oldu. Bir uçta bir baba-kız romanı, diğer uçta tarihin arka planına ışık tutan siyasi bir roman. Bir diğer yanıyla da bugün ülkede yaşanan çürümeye dokunan toplumcu, gerçekçi bir metin. Bu üçgen içinde dolaşan ama ağırlıklı olarak Suat Zamir’in ailesindeki sırları öğrenmesine vesile olan bir kurmaca bu. Bu kitabın ruhu Suat Zamir’in ilk macerası Ecel Çiçekleri’nden bu yana beni bekliyordu. Fikir oradaydı yani. Bana sadece zamanlamasını, detaylarını belirlemek ve yazmak kaldı.
Her Suat Zamir kitabında olduğu gibi siyasetten ve Türkiye siyasi tarihinden kaçınılmıyor yeni macerada. Bu biraz da sizin gazetecilik geçmişinizden mi kaynaklı? Güçlü bir polisiye güncelden ve siyasetten uzak duramaz mı?
Bence polisiyenin ya da daha geniş tanımıyla suç edebiyatının güncelden ya da siyasetten kaçma lüksü yok. Özellikle de bizimkine benzer ülkelerden beslenen yazarlar için bu geçerli. Biz polisiyeciler tuzumuz kuru olsa da cinai kurmacalar yaratabiliriz elbette. Bunun en iyi örnekleri İskandinav polisiyeleri ya da Japon suç edebiyatı. Suç oranı düşük ama yaratıcılık şahane. Ne yazık ki bu topraklarda suça dair çok fazla malzeme var. Gerçek, kurguyu katmer katmer aşıyor. Bu illa ki gerçekler üstünden yazacağınız anlamına gelmez. Elbette yazarın paşa gönlü ne isterse onu yazar. Ama bu toprakların dertlerini, vahşetini ya da suçlarını yazmayacaksanız polisiye türünde ne ve nasıl yazarsınız gerçekten bilmiyorum. Üstelik polisiyenin Türkiye’de artık toplumcu gerçekçi romanın yerini aldığı da yadsınamaz. Benim yazar olarak tercihimi gazetecilik geçmişim elbette etkiliyor. Ama hiç gazetecilik yapmasaydım da bu ülkenin suçlarını görmezden gelemezdim. Güncele sırt çeviren bir sanat eserinin kalıcı olacağına da pek inanmıyorum.
Gölgenin Eli’nde 90’ların karanlık dönemine gidiyoruz, hafıza tazeledim ancak yeni nesil için unutulmuş bir dönemin yeniden anlatılması gibi olmuş. Neden bu dönemi seçtiniz?
90’lar benim gençliğe başladığım yıllar. Kişiliğimin, fikirlerimin, siyasi duruşumun şekillenmeye başladığı bir dönem. Bir yandan Türkiye dünyaya açılıyordu, diğer yandan içeride suç şebekeleri oluşuyor ve ülkenin otuz yılını belirleyecek siyasi hamleler yapılıyordu. Çok sert bir siyasi iklim gençliğimiz üstünde gölge gibi dolaşıyordu. Belki de bugünün siyasi zeminindeki büyük çukurların ilk çatlakları o dönem açılmıştı. Roman Susurluk skandalına değiyor ama buna polis teşkilatındaki sarsıntı açısından bakıyor. Suç çeteleri devlete sızarken aynı anda bir aile trajedisine de tanıklık ediyor okur. Bence Türkiye’nin hiçbir siyasi dönemi birbirinden bağımsız değil. Bir dönemin suçları domino taşları gibi gelecek günlerin suçlarını belirliyor.
Suat’ın başı beladan kurtulmuyor. Bu konuda kadın olmasının etkisi nedir?
Suat’ın tam da bu nedenle başı hep belada. Çünkü bir erkek gibi davranmıyor. Ne siyasi ne de ahlaki yapıya uyuyor, sürekli sorguluyor, didikliyor ve teslim olmuyor. ‘Adam sen de’ demiyor. Suat’ta bir kadının detaycılığı, ısrarcılığı ve romantizmi var. Ama bu romantizm bir ideal için. Adalet-vicdan-ceza üçgeninde kendi ruhunu tatmin etme hedefi var. Bazen bir kaç çocuğu kurtarmak istiyor, bazen tüm sistemi yıkası geliyor. Ama yetkisi ve gücü sınırlı, çünkü tek başına. Kimseye gebe kalmamak için yardım istemekten kaçınıyor. O nedenle de çoğunlukla tek tabanca. Yine de Gölgenin Eli’nde Suat’ın karakterinde bazı gelişmeler var. Kendi sertliğini de sorguluyor Suat. Kadınlık-polislik dengesinde ve erkeklerle ilişkilerinde duygu durumunu yokluyor.
Kadın baş karakter seçmeniz ve bu sorunları her kitapta dile getirmeniz ne ifade ediyor? Bir röportajınızda erkek adaleti ancak erkekleri korur demiştiniz; Suat hepimiz için mi var?
Suat hepimiz için olmasa da, aramızda milyonlarca Suat var. İyiye inanan, hala umudu olan ve bunun peşinde yılmadan koşan insanlar bunlar. Suat bazen yeniliyor, direncinin kırıldığı, düştüğü, yapayalnız hissettiği anlar oluyor ama her darbeden sonra ayağa kalkıyor ve devam ediyor. Benim gözümde gerçek direniş de bu. Yeniden tekrar tekrar dirilmek. Bu topraklarda yaşayan milyonlarca kadının her gün yaptığı gibi. Birbirinden güç alan, dayanışan ve dik duran kadınlardan daha güçlü siyasi bir yapı yok. Bu kadar ezilen, ayrımcılığa uğrayan, sistematik kıyımlara maruz kalan ama yine de kurban rolünü reddeden kadınlar hep oldu. Suat erkek adaletinin kadınlar için olmadığını bizzat gören ve bunu değiştirmeye çalışan bir kadın. Onun gibi çaba harcayan gerçek Suatlar bu ülkenin hakiki kahramanlarıdır.
Bir sonraki kitabın güncel yaşadığımız sorunlardan kaçamayacağını düşünüyorum. Yenisi için hazırlık başladı mı? Çok üretken bir yazarsınız bayılıyorum tabii ki buna…
Çok teşekkür ederim. Ben güncelin polisiyesini yazmaktan büyük zevk alıyorum. Bazen yazmadığım haberlerin romanını yazdığım hissine kapılıyorum. Gerçek sorunlar ve suçlar arasında hayali kahramanları yaşatıyorum ve olayları çözdürüyorum gibime geliyor. Ama sanat da tam olarak bu değil mi? Gerçekten esinle uydurma bir dünya yaratmak? O yaratılan evrende doğruyu aramak ve soru sormak? Ben her romanda temel bir soru soruyorum aslında. Ve bu sorunun yanıtını okurla beraber aramak istiyorum. Roman belki bize o günün sorularının yanıtlarını vermeyebilir. Ama sadece o soruyu sormak bile bizi başka birisine dönüştürebilir. Edebiyat da bunun için var; hikayeler ve karakterler üstünden kendini keşfetmek.