Amerikalı deneme ve roman yazarı, “neslinin en etkili eleştirmeni” olarak bilinen, aynı zamanda insan hakları aktivisti olan Susan Sontag’ın 1992 yılında yayımlamış olduğu ‘Yanardağ Sevdalısı’ adındaki, gerçek kişilere dayanan tarihi romanı, vaktinde hayli ses getirmiş bir eser.
18.yüzyılın sonlarına doğru Napoli’deyiz. İngiltere’nin Napoli Krallığı elçisi, antika obje koleksiyoneri, arkeoloji meraklısı ve yanardağ tutkunu, volkanolog Sir William Hamilton, romanın odağındaki kişi. Hayatının 40 yılını Napoli’de geçiren Sir Hamilton’un koleksiyon ve yanardağ tutkularına bir üçüncüsü ekleniyor: Henüz 21 yaşında iken Napoli’ye yanına gönderilen ikinci eşi Lady Emma Hamilton.
Napoli’ye gelir gelmez İtalyanca, tarih, resim, dans ve müzik dersleri almaya başlayan Emma, Sir Hamilton’un sarayındaki davetlerde aristokrat misafirleri, konuşma yeteneği, şarkı ve kendi buluşu olan özel performanslarıyla şaşırtıyor.
‘Attitude’ diye adlandırdığı, Avrupa ülkelerinde kısa sürede ünlenen performanslarında, antik vazoların üzerindeki mitolojik kahramanları şal ve örtülerle teatral bir şekilde canlandıran Lady Hamilton, Alman şair, yazar Goethe, gözde kraliyet ressam Elizabeth Vigee Le Brun’un de dahil olduğu pek çok ünlü kişi önünde sanatını icra ediyor.
Kimi sanat eleştirmenlerine göre, Lady Hamilton 1960’larda ortaya çıkan performans sanatının öncüsü.
Ne yazık ki bugün performans sanatından ziyade, savaşta yaralanmış bir durumda Napoli’deki palazzoya sığınan Amiral Nelson ile yaşadığı dillere destan aşkla biliniyor.
İngiltere’nin yoksul bir köyünde dünyaya gelen, Napoli’de şatafatlı bir hayat şansı elde eden Lady Hamilton’un yaşamı Amiral Nelson Trafalgar Savaşı’nda ölünce hazin bitiyor. Amiralden olan kızı Horatia ile ortada dımdızlak kalınca vergi borçları yüzünden Fransa’da Calais’ye kaçıyor ve orada yoksulluk içinde ölüyor.
İstanbul Galerist’de 26 Nisan ayına kadar devam eden ‘Yanardağ Sevdalısı’nın küratörü Anlam de Coster, Susan Sontag’ın romanında sayfalara sızan o dönemin atmosferini müthiş yakalamış.
Çeşitli sanatçıların gözünden yanardağ ve çağrıştırdıkları, Lady Hamilton’un performansları, hatta bir yanardağ tutkununun çalışma odasına kadar sizi içine çeken bir atmosfer.
TUTKU SERGİYE DÖNÜŞTÜ

Serginin açılışında gördüğüm ancak kalabalıktan sohbet imkanı bulamadığım küratör Anlam de Coster’e mail üzerinde “Neden Yanardağ gibi bir tema” diye sordum.
Sergiden hemen sonra yaşadığı Paris’e dönen Anlam de Coster’in cevabı şöyle:
“Yıllardır aklımda ve kalbimde dönüp duran bir tema var: Volkanlar. 2001 yılında Napoli ve Pompei’yi ziyaret ettiğimde başlayan masum bir merak, ertesi yıl Etna Dağı’nın eteklerine yaptığım yolculukla tutkulu bir ilgiye dönüştü. Yıllar sonra, pandeminin en bunaltıcı günlerinde Susan Sontag’ın Yanardağ Sevdalısı romanına denk düştüm. Bu takıntı bir sergiye dönüşmeliydi.
Galerist beni karma bir sergi yapmaya davet ettiğinde, içgüdüsel olarak galerinin 19. yüzyıl binasının bu yeraltı yolculuğu için ideal olduğunu hissettim.”
Peki, sergide yer alan sanatçılar küratörün ‘yanardağ’ temasını nasıl karşılamışlar?
“Yaptığım görüşmelerde gördüm ki, volkanlar sanatçılar için verimli bir anlatım zemini sunuyor. Tarih boyunca insanlığı büyülemiş, zıtlıkların simgesi olmuşlar: Yaratım ve yıkım, hayranlık ve korku, tutku ve felaket... Sanatçıların bakışıyla volkanlar birer alegoriye dönüşüyor; insan ruhu, kolektif hafıza ve mitolojiyle iç içe geçmiş imgeler haline geliyorlar.
Bu nedenle, Yanardağ Sevdalısı sergisi sadece jeolojik bir olgu üzerine değil; tutku, dönüşüm ve yeniden doğuş üzerine. Volkanlar biraz da sanatçı klişesine benziyor: Sürekli değişen, devinim halinde olan, öngörülemeyen ama kendine has bir ritmi olan yapılar. Bazı sanatçıların yaratım süreçleri kendini yok etmeye dayanıyor; tıpkı doruklarını patlatıp yeni adalar oluşturan volkanlar gibi.”
Sergide yer alan ve Anlam de Coster’in volkanlara benzettiği sanatçılar şöyle:
Melike Abasıyanık Kurtiç, Beatrice Arraes, Dalya Baruh, Lysandre Begijn, Hera Büyüktaşcıyan, Alex Červený, Marta Cypel, Sophie Dries, Pietro Fabris, Azzurra Galatolo, Dimitris Gketsis, Cecilia Granara, Başak Günak, Mariana Hahn, Jen Hitchings, Ahmet Doğu İpek, Merve İşeri, Marie Jacotey, Onur Kılıç, Stanislao Lepri, Yıldız Moran, Lara Ögel, Zoë Paul, Anousha Payne, Moritz Eduard Pechuël-Loesche, Camila Rocha, Thiago Rocha Pitta, Friedrich Rehberg, Johanna Seidel, Yusuf Sevinçli, Pari Sofianou, Ayla Tavares, Ayça Telgeren, Margaret R. Thompson, Gina Tibbott, Elif Uras, Burcu Yağcıoğlu ve Robert Wilson...
ELİF URAS’IN DUMANLI HEYKELİ

Sanatçılardan 19’u Türkiye’de ilk defa sergilenirken Elif Uras, Ahmet Doğu İpek, ses sanatçısı Başak Günak, Lara Öğel, Merve İşeri, Camila Rocha, Onur Kılıç gibi isimler ‘Yanardağ Sevdalısı’ için yeni işler üreten sanatçılar.
Serginin hemen girişinde Lady Hamilton’a gönderme yapan tablet şeklinde bir işi olan Elif Uras’ın galeride üzerlerinde volkan olan tabakları ve içinde minik bir tanrıça barındıran heykel formu dikkat çekici.
Lady Hamilton’lu işi dışında Uras’ın işleri küçük bir sunak gibi tasarlanan bir odada.
Aynı odada İtalyan sanatçı Azzurra Galatolo’nun biraz naif çiçek açan volkanlarıyla biraz büyülü bir dünyayı çağrıştıran tabloları yer alıyor.
Uzun süreden beri kadın üretkenliği ve emeği üzerine çalışan Elif Uras, serginin çıkış noktası olan Susan Sontag’ın kitabının kendisine ilham kaynağı olduğunu söylüyor.
“Yanardağı üretkenliğin bir sembolü olarak aldım. Yıllardan beri kadın bedenini simgeleyen heykellerimde rahim göndermesi yapan bir cep ve cebin içinde yavru barındıran form üzerinde çalışıyorum. Bu formu daha işlevsel hale getirmeye çalışırken tütsülük olarak tasarladım. Neticede üzerinden duman çıkan ve içinde minik bir tanrıça barındıran bir heykel formu çıktı” diye anlatıyor.
Elif Uras bu sergideki son işlerinde bolca altın rengi kullanmış.
Nedenini sorunca “Bizim coğrafyada kadının altın ile tarihsel bağının milattan öncesinden günümüze uzanması ilgimi çekiyor. Öte yandan ataerkil gücün sembolü. Bizans’ta ruhani boyutu var. Son dönem işlerimde kadın emeğinin, özellikle karşılıksız emeğin sembolik bir karşılığı olarak (değer verilmeyene değer verme güdüsüyle) kadın figürlerini altın suyuyla boyamaya başladım” cevabını veriyor.
‘Yanardağ Sevdalısı’ Uras’ın eserlerinde olduğu gibi sembollerle, yanardağın neyi temsil ettikleriyle, insanın bilinçaltında neleri çağrıştırdıklarıyla ilgili bir sergi.
FREUD’UN SERGİYLE İLİŞKİSİ
Bilinçaltı derken, Anlam de Coster’in hatırlattığı gibi, Pompeii kazıları psikanalizin doğuşunda da kilit bir rol oynamış. Vezüv’ün küllerine gömülmüş bu şehir, Freud’un bilinçdışı, bastırılmış anılar ve travmalar üzerine geliştirdiği teorilere esin kaynağı olmuş.
Hamilton gibi Freud da tutkulu bir antik eser koleksiyoneri ve ofisinde Pompeii’den gelen parçaların yer aldığı, antik şehri defalarca ziyaret ettiği ve hatta “Ben Vezüv’ün eteklerinde doğdum” dediği biliniyor.
Yanardağın metafor olarak ne kadar güçlü bir imge olduğunun kanıtını sergide görüyoruz.
Sergide yer alan Brezilyalı 5 sanatçı, ülkelerinde hiç yanardağ olmamasına rağmen bu imgeyi güçlü bir şekilde eserlerinde kullanmışlar.
Çinili Hamam’daki sergide boncuklarla yaptığı işle dikkati çeken Yunan sanatçı Zoe Paul’un mitolojiden esinlenen büyük boy resimleri, Ahmet Doğu İpek’in simsiyah bir duman çıkartan volkanı, Camila Rocha’nın şiirsel çizimleri beni en çok etkileyen eserler arasında.