40 yıllık kariyeri boyunca dokuma sanatına sürekli yeni boyutlar kazandıran tasarımcı, müzeci, antik kilim araştırmacısı, sanatçı Belkıs Balpınar’ın ‘Zamanla Dokunanlar’ retrospektif sergisi İstanbul Anna Laudel Galerisi’nde...
Sanat eleştirmeni, araştırmacı/yazar ve küratör Dr. Necmi Sönmez’in, Alman sanat tarihçisi Dr. Sabine Maria Schmidt ile birlikte İngilizce kaleme aldığı ve dünyanın önde gelen sanat yayınevi SKIRA’nın yayımladığı ‘Belkıs Balpınar: Through Woven Times’ 18 Mayıs’a kadar sürecek sergiye eşlik ediyor.
Kitapta Zeynep Eray’ın kaleme aldığı sanatçı kronolojisindeki bilgilere göre, 1944 Eskişehir doğumlu Balpınar, efsane Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen ile aynı sınıfta lise eğitimini tamamlayarak İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi tekstil bölümüne giriyor. Bu bölümde okumasının başlıca nedeni Sümerbank’tan aldığı burs.
Bursun koşulu olarak 1963 yılında Sümerbank’ta halı tasarımcısı olarak işe başlıyor. Sümerbank’tan 1968 yılında ayrıldıktan sonra camilerde halı ve kilimlerle ilgili kapsamlı araştırması yayımlanıyor ardından Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin Halı ve Kilim Bölümü’nün başına getiriliyor.
1975 yılında bir grup arkadaşıyla Doğal Hayatı Koruma Derneği’ni kuruyor. Aynı dönemlerde hem alanda WWF için hem müze için Anadolu’da kilim halı araştırmaları yolculukları başlıyor.
Sivas’ta Divriği Ulu Camiden 13. ve 19. yüzyıl halı-kilimleri, Vakıflar adına koruma altına alıp 1979 yılında Vakıflar Halı Müzesi’ni kuruyor, 1981’de ise Vakıflar Kilim ve Düz Dokuma Yaygılar Müzesi’ni açıyor. 1983 yılında müzedeki işini bırakarak Üsküdar’da halı ve kilim onarma atölyesi açıyor ve kendi tasarımları üzerinde çalışmaya başlıyor. 1986 yılında ise Malatya’dan göç eden halı ve kilim kadın dokumacılarla bu tasarımları hayata geçirmeye başlıyor.
‘Belkıs Balpınar: Through Woven Times’ kitabında kaleme aldığı yazıya göre, Dr. Necmi Sönmez’in Belkıs Balpınar ile tanışması tam da 1986 yılına dayanıyor. Sönmez, dergilere yazı yazan üniversite öğrencisi iken Balpınar’ın Üsküdar Salacak’taki stüdyosunun kapısını çalıyor.
O gün aldığı notlara 38 yıl sonra tekrar göz atan Sönmez, “Notlarda sadece Belkıs’ın samimiyetini değil aynı zamanda -o dönemin satan ortamında pek fark edilmeyen- yaratma ve paylaşma süreci de gördüm” diyor.
Belkıs Balpınar’ın işlerinin nasıl tanımlanacağını da şöyle tarif ediyor:
“Kanımca çeşitli kilim dokuma teknikleri kullanarak ürettiği işleri halı olarak tanımlamak aşırı bir basitleştirme olacaktır. Geleneksel anlamda “tekstil sanatı” denmesine de karşıyım. Belkıs’ın güçlü tasarımlarının ucu açık bir özelliği var ve tanımlamaya gerek yok. Duvara asıldığında gölgeleri, kıvrımları, kırılmalarıyla malzemenin ağırlığından sıyrılan bu işler Anadolu’nun kadim dokuma geleneklerine dayanıyor. Ancak tekrara dayalı geleneğin tekdüzeliğinden kurtulup günümüze ait farklı bir yorum geliştiriyorlar.”
Sönmez’e göre sanatçı-tasarımcı kimliğinin yanı sıra Doğal Hayatı Koruma Derneği’nin öncülerinden olması Belkıs Balpınar’ın dünyaya bütüncül bakışının göstergesi.
Kitabın diğer yazarı Dr. Sabine Maria Schmidt ise Belkıs Balpınar’ın Türkiye’nin kültürel mirasına dikkat çekmeyi başardığını vurguluyor.
Dr. Scnmidt’e göre, 40 yıllık kariyeri boyunca sanatsal pratiklerini sürekli yenilemeyi başaran Belkıs Balpınar’ın işi, aşağıya yukarı kendi neslinden olan, dev dokumalarıyla ünlü Polonyalı Magdalena Abakanowicz ya da İtalyan Marion Baruch işleri gibi günümüzde hem sanat piyasasında hem koleksiyonerlerin gözünde daha çok değer kazanmış durumda.
1990’lı yıllardan itibaren, yurt dışında ve yurt içinde sayısız solo sergi düzenleyen Belkıs Balpınar ile mail üzerinden kısa bir söyleşi yaptık.

Anna Laudel’deki ‘Zamanla Dokunanlar Retrospektif’ serginizle eş zamanlı yayımlanan kitapta Necmi Sönmez 40 yıllık kariyerinizin özetini yapıyor. Kariyerinizdeki dönüm noktalarını sizden dinlemek isterim. Mesela Necmi Sönmez sizin ağzınızdan Atilla Galatalı ve Amelie Edgü ile karşılaşmalarınızdan söz ediyor?
1986 yılında, Vakıflar Halı ve Kilim Müzesi’nden ayrıldıktan sonra birkaç̧ dokuyucuya geleneksel kilimler dokutmuştum. O dönemde seramik sanatçısı Atilla Galatalı’nın atölyesine gitmiştim. Ona dokuttuğum kilimlerin fotoğraflarını gösterdim. O da bana “Sen Güzel Sanatlar Akademisi mezunusun. Neden kendi tasarımlarını yapmıyorsun?” deyince ilk modern desenlerimi çizmeye başladım.
Milli Reasürans Galerisi’nin müdürü Amelie Edgü de hayatımda önemli değişikliklere sebep olan bir isim. Doğan Apartmanı’ndaki dairemin duvarlarına, dokuttuğum kendi kilimlerimi asmıştım. Bir gün Amelie Edgü, bir arkadaş buluşması sonrasında evime geldi. Duvardaki kilim dokumalarını birer sanat eseri olarak görüp, iki ay içinde, 1995 senesinde, galerisinde bir sergi açmamı istedi. Hiç beklemediğim bir zamanda kendimi o zamanlar İstanbul’un önemli galerilerinden biri olan Milli Reasürans Galerisi’nde sergi açarken buldum.
Geleneksel kilim sanatından modern fizik ve astrolojiye dayanarak geçiş yaptığınız soyut formlar son derece çağdaş ve sürekli gelişiyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Herkes gibi sürekli görüntü ve bilgilerin saldırısı altındayım. Buna rağmen dijital ortamla aramı iyi tutuyorum. Sosyal medyayı takip ediyorum. Dünyada olanları takip ediyorum. Bütün bu etkilerin sonucunda oluşan kendime ait özgün düşünceleri dokumanın olanakları içinde ifade etmeye çalışıyorum.
Son dönemlerdeki işlerinizde yeni bir teknikle karşılaşıyoruz. Desenlerin etrafında bir boşluk bırakıyorsunuz. Bu yeni tekniği açıklar mısınız?
Geleneksel kilim desenlerinde derinlik bulunmaz. Zamanla, dokuma sırasında arka planın dokunmadan bırakılmasının mümkün olduğunu gördüm. Böylece çalışmalarıma derinlik katabilmek için ‘dokuma-ma’ tekniğini geliştirdim. Bu sayede boşlukta kalan formlarla kendimi daha iyi ifade edebildim. Ayrıca dokunmamış alanlar bırakarak desenlerimle uzamda yaratmak istediğim derinliği, iplerin arkasına düşen gölgelerle pekiştirdim ve fazladan bir boyut eklemiş oldum.
İşlerinizi nasıl tarif ediyorsunuz? Kilim mi halı mı, dokuma mı yoksa sadece sanat eseri mi?
Çözgüleri -dokuma tezgahındaki dikey ipler- boş bırakma tekniğiyle geliştirdiğim dokuma şekliyle ortaya çıkartmaya çalıştığım sanat eseri diyebilirim.
Dokuma işini bizzat mı yapıyorsunuz yoksa birlikte çalıştığınız bir ekip var mı?
Geleneksel dokumayı bilmeme rağmen çocukluklarından itibaren tezgah başında olan dokuyucular gibi hızlı ve verimli bir şekilde dokuma yapamam. Ayrıca, benim tasarladığım desenleri de herhangi bir dokuyucu dokuyamaz. 1986 yılından bu yana birlikte çalıştığım dokuyucu Fatma Hanım’a tasarladığım desenlerimi uygulamasını öğrettim, o da bana hangi çizgilerin uygulanamayacağını öğretti. 30 yıldır Fatma Hanım’la birlikte çalışıyoruz.
Sizce günümüzde dokuma, örgü, tığ gibi yapılan işler sadece kadın sanatçılara özgü mü? Joana Vasconcelos tığ işleri, Tate Modern’de iki yıl önce gördüğüm Magdalena Abakanowicz’in dev yerleştirmeleri aklıma gelenler...
Dokuma sanatının Türkiye’de önde gelen isimlerinden olan Fırat Neziroğlu, durmadan tekstilin ‘dokumanın’ sınırlarını aşmaya çalışıyor. Modern sanatın tekstil olarak uygulanması için o iyi bir örnek, dokumanın değişik türlerini çağdaş uygulamalarla günümüze getiriyor.
Acaba yurt dışında hangi müzede eseriniz var?
Washington. D.C.’deki Dünya Bankası için özel bir tasarım yapmıştım. O parçam World Bank Art Collection’a ait oldu. 2007 yılında Doğayı Koruma Vakfı adına yaptığım özel parça 45. Amerika Birleşik Devletleri Başkan Yardımcısı, Al Gore’un sanat koleksiyonuna dahil oldu.
Miuccia Prada’nın sanat koleksiyonunda ve Dhahran Suudi Arabistan’daki Aramco Center sanat koleksiyonunda da işlerim var.
WWF ile ilişkiniz devam ediyor mu? Bodrum’a yerleşmiş olmanızda bir doğasever olmanızın payı var mı?
1975 yılında kuruluşunda yer aldığım Doğal Hayatı Koruma Derneği’nden sonra WWF Türkiye şubesinde de görev aldım. Yıllık mütevelli heyeti toplantılarına Bodrum’da yerleşik olduğum için uzaktan katılmaya çalışıyorum. İstanbul’da Demirciköy’deki evimde doğa içimde yaşıyordum. Fakat deniz kenarında olmayı, yüzmeyi ve sıcak iklimi sevdiğim için Bodrum’a taşındım.
