Aslı BARIŞ
Yaklaşık bir ay önce, Harbiye Açık Hava’da 50. yılınızı kutladınız… 50 yıldır izleyicinin önünde olmak, kelimelerinizi, müziğini paylaşmak… Bu gecede hayranlarınızın dışında, sanatçı dostlarınız da yanınızdaydı. Neler hissettirdi size o gece?
Doğrusunu isterseniz; öyle geceler büyük bir harala gürele potansiyeli taşıyor. Heyecan bir yanda, ayrıntılar, organizasyon, aksaklıklar, sanatçı dostlar ve dinleyiciler öte yanda derken gecenin anlamı ancak şalterler kapatılınca yaşanabiliyor. O da; gurur ve güzel bir gecenin keyfi.
Yıllardır başarıyla ürettiğiniz şarkıların her biri birer klasik olarak müzik tarihinde yerini aldı. ‘Elli buçuk’ albümünde ilk şarkılarınıza yer verdiniz; onlar da klasikleşir mi sizce?
Bilemem tabii. Ancak benim için klasikleşmiş şeyler değil. Öyle olsaydı ilk albümüme alırdım, 50 yıl da beklemezdim. Onlar sadece ilk örnekler olarak 50 yıl sonra önemli benim için.
Duruş itibariyle ana akım pop müzikten çok farklı bir yerdesiniz. Ama 50 yıldır sizi takip eden, müziklerinizle beslenen kalabalık bir hayran kitleniz var. Ve bu kitle çok farklı profillerden oluşuyor, aynı ana akım pop dinleyicisi gibi… Siz bunu neye bağlarsınız?
Beni dinleyenlerin ana pop kitlesinden farklı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar birkaç kitlesel şarkım varsa da benim dinleyicilerim onları 20 yıl önceden tanıyordu. Yarım asır bu ortamda olduğum için yaşlısı, orta yaşlısı, genç eskisi ve gençleri de kapsayan bir ortamı düşünün. Değişik olan sadece o…
Eserleriniz son derece iz bırakan, kalıcı eserler… 19 yaşında yarattığınız parça da 40’ındaki de her yaştan insanı yakalıyor. Bu kalıcılığı nasıl sağlıyorsunuz?
İşte demin sorduğunuz sorunun yanıtı bu: Ben bir şey sağlamıyorum. Ben buyum. Benim gibi olanların da beğendiği bu…
Son albümünüz ve 50 sanat yılı vesilesiyle hayatla muhakeme yaptığınızda ortaya nasıl bir sonuç çıkıyor?
Yaşamın her anı seçkilerden oluşuyor. Onları seçtiğiniz için öyle oluyor. Muhasebe dediğimiz şey de bunun bilincinde olmak herhalde.
Müzisyen olmak- hele ki Türkiye’de- kolay bir iş değil. O dönemki Ortaçgil’e müzikal anlamda neler derdiniz?
Biraz daha piyano çalışıp çalmasını öğütlerdim. Ki öğütlerden de hiç hoşlanmam bu arada!
Size ‘kent ozanı’ ya da ‘şarkı şairi’ deniyor. Ne düşünüyorsunuz lakaplarınız hakkında? "Hangisi Hayat" şarkısında sorunuzun birini, "Ortaçgil der ki bu ne iş?" diye soruyorsunuz. Kendinizi bir ozan olarak görüyor musunuz?
“Şarkı Şairi” tanımını seviyorum. “Ortaçgil der ki bu ne iş” dizesini halk ozanlarına gönderme olsun diye, mahlas gibi kullandım. Kendimi şair olarak değil de şiiri şarkılarda kullanan biri olarak görüyorum. Şiir şarkı sözünden çok çok daha özgür…
Pandemi döneminde birçok sanat dalı gibi müzik de bu dönemde yara aldı. Belki de bazı sektörlere göre daha fazla… Albümün akabinde bir konser serisiyle Türkiye’nin muhtelif yerlerinde izleyiciyle buluştunuz. Nasıl değerlendirirsiniz izleyicinin ruh halini?
Pandemiyi herkes ilk defa yaşadı. Her sektör için zordu, bizler için daha da zor. Aslında pandemi bitmedi, şimdilik öldürücülüğünü kaybetti sadece. Ne var ki bizler öyle bıktık ki yeniden ciddiye almak istemiyoruz.
Müzikteki dijitalleşme hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde pek çok platformda müzisyenler kolaylıkla dinleyici ile buluşabiliyor. Ama algoritmaların yönettiği dinamiklerle bir türlü buluşamayanlar var. Nasıl değerlendirirsiniz bu durumu?
Müzik yapmak, kayıt etmek ve yayınlamak kolaylaştı ve ekonomik olarak ucuzladı, bu iyi bir şey. Ama müzisyen becerisine de sekte vurdu. Biz bile kayıt yaparken bir iki hata için başa dönmeyip, “öteki kayıttan alıverirsin” diyoruz teknisyenlere. Ayrıca her ses birbirine benzer ve sentetik oldu. Bırakın ender kullanılan enstrümanları, davulu bile makinalara çaldırıyoruz… Müzikte dijitalleşme derin konu birkaç satırlık bir iş değil. Müzisyenlerin yanı sıra teknik adamların sosyologların daha çok tartışmaları gerek.
Pandemi dönemi müzisyen olarak sizi besledi mi? 60. yıl parçaları yolda mı?
Pandemi beni beslemedi, aksine kaygılarım ön plana geçti. Hoş bir deyiş var :“Atmışından sonra plan yapana şeytan kıs kıs gülermiş…”

Müzikle geçen yarım asır
1950 yılında Ankara'da doğan Bülent Ortaçgil, ilkokulu Ankara'da okudu. Ailesinin İstanbul'a taşınmasıyla liseyi Kadıköy Maarif Koleji'nde bitirdi. Müzikle tanışması bu yıllara dayanıyordu. Ortaçgil, Maarif Koleji'nde aralarında Mazhar Alanson'un da bulunduğu sınıf arkadaşlarıyla beraber gitar çalmaya başladı. 15 yaşında ilk bestesi ‘Second Time Around’ı yaptı. Okul konserlerinin yanı sıra Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması'nda Maarif Koleji'ni temsil etti.
Bülent Ortaçgil o yıllarda The Beatles, Cat Stevens, Donovan ve Bob Dylan'ın tarzlarından etkilendi. Bu sıralar Ercüment Ortaçgil ile birlikte Ahmet Güvenç'lerin evinde müzik yaptılar. Gruplarının adı ‘Bunalım’ idi.
1971'de Kimya Fakültesi’nde okurken, "Anlamsız / Yüzünü Dökme Küçük Kız" isimli kırkbeşliğini yayımladı. Ortaçgil, çıkışıyla Hey dergisinin 1971 yılı "En Ümit Veren Erkek Sanatçı" anketinde sanatçı 5. oldu.
İlk albümü "Benimle Oynar Mısın"ı 1974 yılında ilk 45'liğinde olduğu gibi sadece "Bülent" adıyla kaydetti. Bu albümde Onno Tunç ve Ergun Pekakcan'la çalıştı. Albümde daha sonra konserlerde ve başka sanatçılar tarafından çokça yorumlanacak "Olmalı mı, Olmamalı mı?", "Kediler", "Her Şey Sevgiyle Başlar", "Şık Latife", Ahmet Güvenç'in annesi için yazılmış "Suna Abla" yer alır.
1980'lerin başında kendisi gibi müziğe ara vermiş Fikret Kızılok ile tanıştı. İkili, ‘Çekirdek Sanatevi'ni kurar. Mekan, amatör sanatçıların ücretsiz konserler düzenlediği, kayıtlar yapılan bir sahne haline gelir... 1984'te Erkan Oğur ve Yaz Baltacıgil'in çaldığı Ortaçgil albümü "Rüzgâra Söylenen Şarkılar" çıkar. Bir yıl sonra da Fikret Kızılok ile Çekirdek kayıtlarından olan "Biz Şarkılarımızı..." adlı albümü çıkarır. 1986 da da ‘Pencere Önü Çiçeği' isimli albüm piyasaya sürülür. Albümde "Bir Nihavend Yalnızlık" "Güneşin Aynasında", "Uyusun da Büyüsün" gibi ortak besteler ve solo besteler yer alıyordu.
1988'de Fikret Kızılok ile Sonay'ın "Gecenin Üçünde" ve Sibel Sezal'ın "Bu Kalp Seni Unutur Mu?" albümünün yapımında yer aldı. Fikret Kızılok ile müzikal anlaşmazlıklar yaşamaya başladığı için sanatçılar yollarını ayırdı.
Bu tarihten itibaren müzik hayatına tek başına devam eden Ortaçgil, albümlerinde ve sahne çalışmalarında Erkan Oğur, Gürol Ağırbaş, Akın Eldes, Cem Aksel ve Baki Duyarlar gibi önemli müzisyenlerle çalıştı ve kariyeri boyunca 8 solo albümü yayınlandı. Öte yandan Zuhal Olcay, Birsen Tezer, Teoman ve Leman Sam gibi vokalistlerle de düetler yaptı. 2000 yılında kendisi için birçok ünlü müzisyenın katılımı ile “Ortaçgil İçin Söylenmiş Ortaçgil Şarkıları” adlı bir saygı albümü yayınlandı.
Şarkılarında bireyin kendisi ve etrafı ile içsel çatışmalarını anlatması, şarkı sözleri ve bestelerini her zaman kendi yapması ve müziğindeki folk, caz ve rock etkileşimleri ile Türk popüler müziğinde kendine has bir yer buldu.