GÜLSEREN ÜST POLAT
Annesinin evladı, Madam Corinne’nin sevgilisi… Genç, arzuları olan, hırslı ve çok çalışkan bir Osmanlı subayı… İşte Lanistar Media imzalı bir Mehmet Ada Öztekin filmi olan ‘Atatürk’ün tüm dünyaya göstermek istediği kahraman… Başından beri bir belgesel değil bir dram olarak planlanan bu iki serilik filmin ilki 29 Ekim’de izleyici ile buluşmuştu. Bugünlerde de Atatürk II beyazperdede… 1915’ten 1919 yılına kadarki dönemde Millî Mücadele’yi çarpıcı savaş sahneleri ile vurgulayan Atatürk II, Onbeşliler’in cepheye ulaşması hikayesini de buluşturuyor izleyici ile. Yani savaş sahneleri ile adrenalin ve coşkuyu yükseltirken duygulara dokunmayı da ihmal etmiyor. Tabii tarihsel gerçeklikten de kopmayarak. Buradan anlatırken birkaç satırda özetledim filmi. Fakat 2019’da startı verilen ve oldukça titiz bir çalışmayla sinema perdesine taşınan bir filmden söz ediyoruz. Başından beri yaşanan tüm aksaklıklara rağmen kendi tabirleri ile ‘kararlı bir ekibin’ azminin sonucu… Hikayesinin çıkış noktasını, aslında ne anlatmak istediklerini ve yapım aşamasında yaşanan tüm zorlukları filminin yönetmeni Mehmet Ada Öztekin ve yapımcı Saner Ayar ile konuştum.

Bugün beyazperde Atatürk filminin ikincisi var ama Cumhuriyet’in 100. yılında ilk film izleyicilerle buluştu. 100. yılda bir Atatürk filmini ekranlara taşımak ne hissettirdi size?
MEHMET ADA ÖZTEKİN: Pozitif anlam da inanılmaz bir duygu. Büyük bir sorumluluk ve o sorumluluğu layığıyla yerine getirdiğine inanıyor olmak, huzurlu bir şekilde arkasında durabiliyor olmak çok güçlü… Atatürk’ü anlatmaksa mesele, bunun 25. yılda, 75. yılda ya da 32. yılda olması her zaman aynı yerde duruyor.
SANER AYAR: İyi bir iş çıkarmak de taylı çalışmayı, hazırlık yapmayı ve sonra da onu çok iyi bir şekilde uygulamayı gerektirir. Biz 2023’e 100. yıla bir Atatürk filmi yapalım dedik ve 2019’da yola çıktık. Yine de en büyük korkumuz yetişebilecek miyiz oldu. Hiç vaktimiz yok dediğimizde insanlar abarttığımızı düşünüyorlardı. 100 yıllık başarısı, gerçekleştirmesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Atasının filmini yapamamış olması bence doğru bir şey değildi. Tabii ki yapanlar vardı. Herkesin eline sağlık ama tüm dünya seviyesinde yapılmış bir Atatürk filminin olmaması endüstrimize yakışmıyordu.

Bu kadar çok sevilen birini anlatmak zor muydu? Ya da bu yükün altından nasıl kalktınız diyelim?
M.A.Ö.: Her kültürün her toplumun hassas noktaları vardır. Oraya dokunmak ciddi bir hassasiyet gerektirir. Bir beyin ameliyatı yapıyor gibidir, makası istediğiniz gibi oynatamazsınız. Atatürk de böyle bir konu. Burada yaptığınız her şey suistimal ve manipülasyona açık hale geliyor. Bu hikayenin bir çok hassasiyeti var. Buna çok dikkat ettik. Tüm bu araştırma sürecinin, danışmanlarımızla yaptığımız tüm toplantıların en ağır kısmı, sizin söylediğiniz bu yükü doğru taşımakla ilgiliydi. ‘Bu çok ağır bir yük ve altında ezilmeyeyim’ diye kendinizi düşünmeye başlarsanız ona zarar vermemeniz mümkün değil. O yükü taşımayı göze alıp adam gibi taşıyacaksınız. Benim kendi rotam buydu.
Yapımcı için de zor tabi…
S.A: Herkesin Atatürk’ü farklı. Herkes Atatürk’e bakarken başka bir Atatürk görmek istiyor. Ama bizim gösterdiğimiz zaten henüz Atatürk değil, Mustafa… Annesinin evladı, Madam Corinne’nin sevgilisi, bir Osmanlı subayı… Genç, arzuları olan, hırslı ve çok çalışkan… Onu anlatıyorsunuz. Kolay değildi.
Neler yaşadınız peki?
S.A.: Bir Atatürk filmi çekeceksiniz ama Atatürk filmi için Dolma Bahçe Sarayı’na giremiyorsunuz. Dolma Bahçe Sarayı yöneticileri de yardım etmek istiyorlar ama bir türlü izinler çıkmıyor. Çünkü ‘bunlar ne yapacak acaba’ durumu var. Gidiyoruz, Türkiye’nin yine saray olan başka bir oteline, ‘bizim otelin markası çıkacak eserlerden zarar görür mü?’ deniyor. Düşünebiliyor musunuz; Atatürk markasından… Bu noktada ya vazgeçeceksiniz ya da o Dolma Bahçe’yi kendiniz oluşturacaksınız.
Film bir dönem filmi ve bu anlamda gerçeklik etkisi yaratmak adına tarihsel doğruluğu ayrıca önem taşıyor. Bu anlamda nasıl bir çalışma yapıldı?
M.A.Ö.: Filmde bir sürü detay çekim var ve bu anlarda kostümler çok göze batıyor. Küçükten giydiğimiz yün kazaklar evin için de düz ışıkta yeşilken dışarı çıktığımda kahverengiye dönerdi. Ama o iplik bugün üretilmiyor. Avustralya’dan yün alıp önce Uşak’ta onu dokutup, iplik haline getirttik. Kayseri’de boyandı bu iplikler ve İstanbul’da eski usul le dikiş yapabilecek bir atölyede diktirildi. Bu anlattığım sadece kostüm hassasiyetiydi tarihi gerçekliklere de böyle yaklaştık.
Peki, siz bu kadar ölçüp biçerken gelen bu tarz eleştiriler size ne hissettiriyor?
M.A.Ö.: Milletçe üzüntü duymamız gereken bir konu var. On beşliler, 1315 doğumluların Abdülhamit’in fermanıyla askere alınması... Hicri ve Miladi Takvim arasındaki üç aylık farktan dolayı 1898 ya da 1899’a denk gelir. 1915 yılına gelirseniz de bu insanların bazıları 16 bazıları da ay farkıyla 17 yaşında demektir. ‘Hayır, onlar 15 yaşında değil’ diyorlar. Bu en hafif tabirle ayıptır. 17 yaşında olunca ne oluyor? Hadi savaşsın mı oluyor? Bu eleştiri değil.
Çok güzel övgüler aldı film ama işin fazla duygusal tarafına kaçıldığına dair söylemler de var. Siz ısrarla belgesel olmadığını söylüyorsunuz zaten...
M.A.Ö.: Daha önce bir şey iyi yapılmışsa, bir de ben yapayım demek gibi bir sanatsal anlayışım yok. Ben, bir fikrin sözcüsü, bir kanaat önderi ya da politik bir kişilik değilim. Ben filmciyim ve film yaparım. Biz daha önce yapılmamış bir şey olsun istedik. Ayrıca Atatürk’ün Çanakkale’den başlayıp tüm kazandığı savaşlara kadar olan kısmı zaten biliniyor.
S.A.: Slogan atmayan ve hamaset yapmayan bir film yapalım diye konuşuyorduk başından beri. Temel duygumuz hep buydu. Yetim bir çocuğun tüm Türk ulusunun babası olma hikayesini anlatacağız dedik.
Filmde sık sık gördüğü bir rüya var Atatürk’ün. Bu tarz bir simgeye yer vermenizin nedeni neydi?
M.A.Ö.: Mustafa Kemal’in çocukluğuna kadar gittiğinizde söylentiden öte bir şey bulma imkanınız yok. Dolayısıyla da tabii ki kurgulamak zorundayız. Bunu yaparken dikkat ettiğimiz nokta anısına, kişiliğine bir zarar veriyor muyuz yoksa vermiyor muyuz? O kabus dramaturji bir süreçti.
Hikaye 1919’da Atatürk Samsun’a çıkmadan birkaç gün önce bitiyor. Devam filmi gelecek mi?
S.A.: ‘Marifet iltifata tabidir’ diye de bir söz vardır. Şuna çok üzülüyorum ben: Pandemiden sonra en yüksek gişeyi yapan drama… Türkiye’de yaptığı gişe 1,7 milyon… Cumhuriyet’in 100. yılında iyi bir Atatürk filmi 1.7 milyon izleyicide kalıyor. Bunu önünüze aldığınızda 15 milyon dolarlık bir üçüncü film yapabilir misiniz diye hesabınızı yapmanız lazım. Bu ülkede başka filmlerin altlarında sponsor logoları var. Neredesiniz peki?
Korku mu var sizce?
S.A.: Korkuyoruz bence. Biz yurt dışından gelen ‘bu sinemeden oynayamazsınız, burada gala yapamazsınız’ baskılarına alıştık. Ama bu kadar temiz bir Atatürk filmi yapılmış olmasının manevi olarak da birileri tarafından takdir edilmesi lazım. Bir gün Hoca (Mehmet Ada Öztekin) ile dertleşirken bana dedi ki “Atatürk ile dünyanın savaşı henüz bitmemiş.” Ben o anlamda hocamı bir el yükseltiyorum. Atatürk ile ne dünyanın ne de biz Türklerin savaşı bitmemiş.
Bu projede Atatürk için doğru ismin Aras Bulut İynemli olduğuna nasıl karar verdiniz?
M.A.Ö.: Aras’ı tanıyor olmanın önemi var. Çok disiplinli, çalışkan, motivasyonu çok yüksek biri. Ama bunun teknik de bir yanıtı var. Filmde anlattığımız yaş aralığı 24-38… Bu yaş aralığında olmalıydı oyuncu.
‘’Atatürk ile ilgili her şey çok hassas. ‘Bu yükün altında ezilmeyeyim’ derseniz ona zarar vermemeniz mümkün değil. O yükü taşımayı göze alıp adam gibi taşıyacaksınız. Benim rotam buydu.” — MEHMET ADA ÖZTEKİN
*.*
‘’Başından beri, slogan atmayan ve hamaset yapmayan bir film yapalım diye konuşuyorduk. Yetim bir çocuğun tüm Türk ulusunun babası olma hikayesini anlatacağız dedik ve öyle de oldu.” — SANER AYAR