Didem ERYAR ÜNLÜ
Şebnem Ünlü’nün, 15 dijital eserden oluşan ‘Races of Fire/Yangın İzleri’ sergisi güncele tutulmuş bir ayna niteliğinde.
Geçtiğimiz yıl hayata geçirdiği ilk solo sergisi ‘Traces/İzler’deki eserleriyle, ülkemizin yakın dönemde yaşadığı en büyük çevre felaketlerinden biri olan orman yangınlarının izlerini Bodrum’da fotoğraflayan Şebnem Ünlü, bu iki mecrayı ‘Traces of Fire/Yangın İzleri’ sergisinde bir araya getiriyor. Tabiattaki çelişkileri eserlerine taşıyan sanatçının, doğa felaketinin acımasız yüzünü sanatsal bir bakış ile yansıtan ‘Traces of Fire/Yangın İzleri’ adlı sergisinden eserleri 30 Haziran itibarıyla Londra’da MiArt Gallery’de ‘Beyond Borders- Sınırların Ötesinde’ adlı karma sergide yer alacak. Şebnem Ünlü ile doğa-insan ilişkisini ve bu ilişkide sanatın rolünü konuştuk:
Serginizi oluştururken esin kaynağınız ne oldu?
‘Traces of Fire-Yangın İzleri’ sergisi benim için güncele tutulmuş bir ayna niteliğindeydi. Temeli ise aslında doğanın varoluş mücadelesine dayanıyor. Geçtiğimiz yıl hazırladığım çok katmanlı soyut dışavurumcu çalışmalarımdan oluşan ‘İzler’ sergisi pandemi döneminde duyduğumuz doğa özlemiyle, içimize döndüğümüz kendimizle ve dünyayla olan ilişkimizi sorguladığımız bir dönemin izdüşümlerini yansıtmıştı. Doğaya ve özgürlüğe duyulan özlem ile gündelik ve insan yapımı sınırlandırmalar arasında sıkışmışlık hissiyle zorlayıcı bir dönemde yaratabilmek, yaratmanın verdiği özgürleştirici hisleri yansıtmaktaydı. Belki bu yüzden ‘İzler’de herkes kendinden bazı izler bulabildi. Hatta yeri geldi ağaç kabuğu, orman ve doğa izlerini buldu izleyiciler. Orman hem özgürlük hem de ağaçların arasında sıkışmışlık duygusunu veriyor. Doğadaki çelişkiler, katmanlar ve dokular, insan ile tabiat arasındaki mücadele eserlerime hep esin kaynağı olmuştur. ‘İzler’ sergisini ürettiğim dönemi takip eden süreçte hepimizin içini yakan ve dünyanın farklı noktalarında aynı dönemde çıkan orman yangınları ile sarsıldık. Bodrum atölyemde çalıştığım bu dönemde yangını çok yakından yaşadım, bölgede ne gibi hasarların olduğunu bire bir gördüm. Eserlerimin dokusu, katmanları ve renkleri bu dönemi yansıtmaya başladı. Daha sonra da bölgede yangının verdiği hasarı kendi gözümden fotoğrafladım. Dokudaki kayıplar, izler ve renkler beni derinden etkiledi. Bu fotoğraflarla ‘İzler’ sergimdeki işlerin görsellerini dijital ortamda birleştirdim. Belki de doğaya yeniden renk vermek, yeşertmek ya da görmeye dayanamadığımız yangın sahnelerini görünür kılabilmek istedim. Bir yandan da ‘İzler’ serime bir boyut daha ekleyip izleyiciyi de bu işlerinin içine almak istedim. ‘Yangın İzleri’ sergisiyle de buradan aldığım duyguyu yansıtmak, sesi duyurmak ve paylaşmak istedim.

Yangın gibi bir çevre felaketinin izlerini yansıtıyorsunuz. Doğa ile sanatı birleştirerek ne gibi mesajlar veriyorsunuz?
Eserlerinde her zaman doğadan, doğadaki doku, form ve renklerden esinlenen bir sanatçı olarak küresel iklim krizi ve biyoçeşitliliğin kaybı beni de birçok sanatçı gibi derinden etkiliyor. Tabiat ile insan arasındaki çelişkiler, kaosla kozmos arasındaki denge arayışı ve doğanın varoluş mücadelesi beni çok ilgilendiriyor. Ben de kendi sanatsal pratiğim üzerinden yeni bir bakış açısı yakalamak istedim. Küresel ısınma, iklim krizi gibi sorunlara olan hassasiyetim eserlerime yansıyor. Bodrum yangınında doğanın nasıl hırpalandığını yakından gözlemledim. Ve buradaki çığlığı bir şekilde içimde duydum ve hissettim. ‘Yangın İzleri’nin içerisinde umudun, varoluşun, çığlığın sesi var diyebilirim. Ben de bu sesi kendi bakış açımdan yeni serimde duyurmak istedim.
Sürdürülebilir bir dünya hepimizin ortak amacı. Bu amaç için sanatın önemini nasıl tanımlıyorsunuz?
Varlığımızın amacını ve sebeplerini sıraladığımızda, doğayla birlikte olmayı, onun içinde kendimize yer bulmayı ve çok daha önemlisi bir uyum yakalamayı çok önemli buluyorum. Bizi biz yapan değerler sadece materyalist olgular değil. Önemli bir kısmı da içimizde hissettiğimiz sevgi, doğadan beslenme biçimimiz. Ekosistemin dengesinin bozulmaması ve içindeki biyoçeşitliiğin korunmasına çok değer veriyorum. Elbette bu uyum içerisinde sanatın çok ayrı ve özel bir yeri var. Dünyanın önemli gündem maddeleri başında gelen sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir olma hali sanat için de önem arz ediyor. Sanatın kitlelere ulaşma, kitleleri etkileme ve mesajını etkin bir şekilde aktarma gücü var. Bu gücü arkamıza alarak sürdürülebilirliğin vurgusunu yapmak, eserler üzerinden bu mesajı işlemek ya da en azından bu meselelere ufak da olsa bir ışık tutabilmeyi önemsiyorum.
Ülkemizdeki çağdaş dönem sanatının toplum hayatımız üstündeki yerini nasıl yorumluyorsunuz?
İnsanların motivasyon kaynaklarını yaratmaları, hayatın içinden beslenecekleri bir kaynak bulmaları çok önemli. Bu kaynak herkesin yaşam biçimine, hayata bakışına göre farklı şekillerde gerçekleşebilir. Ancak sanatın iyileştiren, besleyen ve birleştiren gücünden faydalanmak çok değerli. Bu kıymetin farkına varmak için etrafımızı izlemek yeterlidir. Güncel sanatta çok kıymetli sanatçılar, kavramsal boyutta çok değerli çalışmalar ortaya koyuyorlar. Resimden heykele, plastik sanatlardan dijital eserlere kadar çok geniş bir aralıkta değerli bir üretim süreci var. Ne mutlu ki bu üretim süreci sanata olan ilginin artmasıyla destekleniyor, yeni inisiyatif ve platformlar, koleksiyonerler ve sanat severlerin odağı ve desteği her geçen gün artıyor. Toplumun bu eserlere ulaşabileceği alanların ve mekanların da paralel olarak artması çok sevindirici. Sanatın sınırları belirli şehir ya da kurumlarla sınırlı kalmıyor, birçok yeni girişim ile yaygınlaşıyor. Anadolu’nun pek çok farklı bölgesinde önemli eserler, önemli sergi alanları, müzeler kuruluyor ve keşfedilmeyi bekliyor. Sanatçıları destekleyen kurumlar artmaya başladı, bu çok değerli.