Gila BENMAYOR
Sanatçı Su Yücel’in Kınalıada’daki çocukluğunu bilirim. Son haliyle tamamıyla yabancılaştığım adanın arka tarafında maaile yaptıkları pikniklere zaman zaman katılırdık.
Derme çatma, büfeye benzer bir barakadan biralar alınır, denizden çıkarılarak tenekenin üzerinde pişirilen midyeler, ekmek, domates, peynirle karınlar doyardı. O güzel anlardan birini fotoğraf makinemle sabitleştirdiğim için mutluyum.
Siyah beyaz fotoda, halen İzmir’de yaşayan deniz biyoloğu Güzel Yücel Gier, Kanada’da bilinen beyin cerrahı olan Hasan Yücel, ailenin küçüğü Su Yücel, kahkahaları kulağımda çınlayan Güler Yücel ve kelime oyunlarını asla unutmadığım Can Yücel…
Tanıdığımda çocuk eğitimiyle ilgilenen ve o zaman Türkiye’de pek bilinmeyen Montessori sistemini uygulayan Güler Yücel iyi bir ressamdı aynı zamanda.
Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun da hocaları arasında olduğu Güzel Sanatlar Akademisi’nden mezundu. Neden resim yapmadığını sorduğumda “aynı evde iki sanatçı olmaz” dediğini o kadar iyi hatırlıyorum ki.
Ne ki Güler Yücel Datça’ya yerleştiğinde hem resim yapacaktı, hem şiir yazacaktı. Su Yücel’in Tarlabaşı’nda tavanları süslemeli eski binadaki atölyesine ayak bastığımda karşıma ilk Can Yücel’in bir kahvehanede çekilmiş bereli, atkılı fotoğrafı çıkıyor. Görür görmez tanıdığım Güler Yücel’in Datça’nın mavi sularında yüzdüğü akrilik tuval yan odada.
Belli ki Su Yücel atölyesinde çalışırken anne ve babasının sarıp sarmalayan varlıklarını hep yanında hissetmek istiyor. Tuvallerindeki şiirsel yanı babasından, çoşkulu renkleri ise renkleri seven ressam annesinden aldığını sanıyorum. Su Yücel İstanbul’da Galeri Diani’de 8 Nisan- 29 Nisan tarihleri arasında yer alacak sergisinin hazırlıklarını tamamlıyor.

Dört yıldan bu yana ilk sergin olan ‘Yakalanan Zaman’ nasıl oluştu?
Çocukluğumun geçtiği İstanbul’u kimi zaman artık tanıyamıyorum. Şaşkınım çünkü bildiğim yerler yok oluyor. Ama sevdiğim şehir hala ayakta. Direniyor. Gizemini, güzelliğini koruyor. Tüm değişime rağmen örneğin gün batımında çocukluğumun şehrini bulabiliyorum, zaman sanki geri geliyor. Zamanı yakalamak mümkün mü, tuval üzerinde boyalarla zapt etmek mümkün mü? Bunu denemek istedim. Evimden atölyeye gelirken gördüğüm, bende iz bırakan hızlı değişimi aktardım. Göçü simgeleyen valizler, kağıt toplayıcılar gibi.
Etkilendiğin anları resimle sabitlemek, bir anlamda belgelemek istiyorsun. Bunda belgeselci olmanın da rolü olabilir mi?
Resmin yanı sıra 20 yıldan beri belgesel çekiyorum. Belgesel resimlerden sonra ikinci dilim. Kendimi iyi hissettiğim iki dilim, iki evim var. Biri resim diğeri belgesel film. İki dilim birbirini besliyor, çoğaltıyor. Böylece hayatın hızlı değişimine uyan bir çizgi bulmuş oldum. Belgeseldeki hareketlilik resmime de hız kazandırıyor. Resimdeki derinlik ise belgeseldeki ifademi zenginleştiriyor. Her ikisiyle bugünü kayıt altına alıyorum. İki dilinin birbirini beslemesinin örneğini ‘Yakalanan Zaman’ sergisinde görebileceksiniz. Son belgesel filmim ‘Anıt Ağaçlar’ın çekimi sırasında tuvale aktardığım ağaçlar sergide yer alacak. Çünkü onların da İstanbul gibi değişime direndiklerini düşünüyorum. Bazıları binlerce yıldan beri ayakta. Kim bilir neler gördüler, yaşadılar. Bizden sonra nelere tanıklık edecekler. Sabırla, inatla seyredecekler insanı ve geçen zamanı.
Son belgesel filmin ‘Anıt Ağaçlar’ı biraz anlatabilir misin?
İş Bankası’nın sponsorluğuyla, Tema Vakfı’nın desteğiyle Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde kayıt altına alınmış anıt ağaçlar seçildi. Bunların arasında meşe, porsuk, zeytin, ardıç, sedir gibi ağaçlar var. Belgeselde ormancılarla bu ağaçların özelliklerini konuşuyorum. Ayrıca bu ağaçları kültürümüzle birleştirmek için hayatımıza ne şekilde girdiklerini araştırıyorum. Örneğin sedir ağacı Antalya’da İbradı ilçesindeki “düğme evlerde” kullanılmış. Aynı bölgede evlerde kullanılmaya devam ediyor. Antalya’da sedir ağaçları yetişiyor hem iddiaya göre Lübnan’dan fazla. Bastonuyla ünlü Zonguldak’ın Devrek ilçesine gittim, baston yapımında hangi ağaçların kullanıldığını gösterdiler. Urla’da 3 bin yıl sonra antik tekneleri inşa eden 360 Derece Tarih Araştırmaları Derneği’nin hangi ağaçları kullandıklarını tespit ettim. Belgeselcilik bana yeni bilginin peşinde koşmayı, bağlantı kurmayı, dünyamı zenginleştirmeyi öğretti diyebilirim.
Atölyende resimlerin olduğu sayısız defter görüyorum. Katlanabilir defterler. Resimli günlükler de diyebilir miyiz bunlara?
Bunlar gördüklerimi resimle anlamlandırma defterleri. Resimlerden oluşturduğum defterler aslında benim senaryolarım. Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çektiğim belgesellerin defterleri var. Ağaçlarla ilgili defterim ‘Yakalanan Zaman’ sergisinde yer alacak. Ayrıca İznik’te yaptığım çiniler de olacak.
Annenin eğitimci yanı sana geçmiş olmalı zira kadınlarla ve çocuklarla çeşitli çalışmalar yaptığını hatırlıyorum. Bunlara kısaca değinmek ister misin?
Tabii. Bu hikaye de şöyle başladı. Datça’da akademiye girmek isteyen kızlar ziyaretime gelip resim çizmeyi öğretmemi istediler. Birlikte çalıştık, evlerinde resim yapıp getirdiler. Bu tür çalışmalara Diyarbakır’da Kamer’in kurucusu Nebahat Akkoç ile devam ettim. Sergi açtık orada. Sulukule’de, Zonguldak’ta madenci eşleriyle çalıştım. En anlamlı grup çalışmasını Samsun’da çöp toplayan kadınlarla yaptım. Çoğu plastik atıklardan bir modern heykel yaptık. Heykel Samsun Avdan Geri Dönüşüm Müzesi’nde. Müzenin kendisi de çok anlamlı. Bence atık farkındalığı için her şehirde olmalı böyle bir müze.